Karaca. Onu gördüğüm ilk anda hissettiğim şey, daha önce tarif edemeyeceğimi düşündüğüm bir şeydi. Her şey daha da basitleşmeden önce. Çocukluktan yeni çıkmış olmanın verdiği öz güvenle oturmuştum masasına, değil mi? Evet öyleydi. Ondan bir çakmak istemiştim. Halbuki sigara kullanmıyordum. Çakmağını bana uzatınca önce kendi numaracı sigaramı yakmış, sonra onunkini yakmıştım. Bir dal içilene kadar ne konuşulabilirdi? Çekilen birkaç nefeste birine aşık olmak mümkün müydü? O zaman için mümkündü, her şey daha da basitleşmeden önce.

İkimiz de bir peri masalının içinde miydik, bilmiyorduk. Peki perinin kanatları kırılırsa ne olurdu, bunu kimse düşünmüş müydü? Biz düşünmemiştik. Ne çocukluk ama! Peki bu peri bir anda, öyle alelade bir günde gelip size hamile olduğunu söylese ve kendinizi merdiven altı bir yerdeki kürtaj masasında uzanırken elini tuttuğunuz bir anda bulsanız, bu çok garip olur muydu? O zaman için olmazdı. Hayır olurdu. Olur muydu? Emin olamıyorum.

Emin olduğum şey, tek bir çöptü. Gözlerimizin önünde, hiç yaşanmayacak bir hayat ameliyat bezine sarılıp çöpe atılmıştı ve loş ışıklı havasız bir odada hemşirecilik oynayan kızıl saçlı kadın bundan hiç gocunmamıştı. Kadın bezi çöp kovasına atıp kapağı kapattığında Karaca daha bacaklarını kapatmamıştı bile. O anda elini çok sıktığım için acıdan sıçradığında ikimiz de kendimize gelmiştik. Korku dolu gözlerle birbirimize baktığımızı hatırlıyorum.

Karaca'nın masadan kalkmasından sonraki günlerin hatırası, Karaca'nın kendisi gibi günden güne uzaklaştı benden. Daha biz hayatın ne olduğunu bilmezken çocuk büyütmek ikimiz için de yeterince korkutucuydu, ama Karaca bu korku için sadece beni suçladı. Tamamen haksızdı demiyorum, daha çok korkanın ben olduğu doğruydu. Yine de biraz acımasızca davrandığını düşünmeden edemiyorum. İki basit öğrenciyken yeni bir hayata öğretmen olmak için fazla tecrübesizdik ki ikimiz de sevgisiz evliliklerin denekleri olan ilk çocuklardık. Bizi birbirimize yaklaştıran da bu olmuştu. Gerçek sevginin ne olduğunu birbirimizde öğrenmiştik ve bunun ne kadar değerli olduğunun farkındaydık. Ama bir çocuğa sahip olmak, bunların dışında başka bir boyuttu. 

O günden sonra Karaca benden vazgeçmişti. Ayrılmamıştık ama ayrıydık. Benimle pek iletişime geçmiyordu, yanımdayken hiç orada değil gibiydi ve ben de yokmuşum gibi davranıyordu, yanımda olmasına rağmen ona ulaşamıyordum. Karaca'nın bir yabancı gibi davranması beni de yabancılaştırmıştı. En sonunda da bir gün ondan haber alamaz oldum, okulu bırakmıştı, kaydı silinmişti, her ne kadar buna inanmasam da yakın arkadaşlarından hiçbirinin de haberi yoktu. Hayatta olduğunu biliyordum ama nerede olduğunu bilmiyordum. Kapısında yattım, ama aylarca evde tek bir ışık bile yanmadı. Komşular nereye gittiklerini bilmiyorlardı, buna da inanmıyordum. Ama hayattaydı, buna emindim.

Dört ay sonra, tanımadığım bir numaradan mesaj geldi telefonuma, Karaca'ydı. İyi olduğunu, başka bir şehre taşındıklarını ve beni bir daha görmek istemediğini söylüyordu. Mesajı okur okumaz aradım, ama kapalıydı. Sonra günlerce, aylarca o numaraya ulaşmaya çalıştım. Polis bir tanıdığımın yardımıyla numaranın kime ait olduğunu buldum ama çok alakasız biri çıktı. Hattın önceki sahiplerinin de kaydını buldum, numaranın o alakasız birinden önceki sahibi Karaca'nın babası olarak gözüküyordu ama ikametleri hala eski evleri olarak duruyordu. Ne kadar uğraşsam da Karaca'yı bulamadım. Bundan bir sene sonra, trafikte annesinin arabasını görünce üstüne atladım, içinde başka biri vardı, ehliyetini daha yeni almış, korkudan eli ayağına dolanan bir kız. Babasının arabası olduğunu, bir buçuk sene önce aldıklarını söyledi. Aldıkları kişiyi babası da tanımıyormuş. Kapılarına dayandığımda yediğim ufak dayaktan sonra emin oldum. Yoktu, ben ne kadar kabullenemesem de gitmişti. Bu arada ikinci üniversiteye başlamıştım çünkü mezuniyetten sonra çalışmaya başlasaydım hayat sorumlulukları arasında delirebilirdim, notların arasında kaybolmak daha kolay bir kaçış yoluydu. Saçımı uzatmıştım, biraz da kilo almıştım. Yaşadığım hayatın bir anlamı olduğu konusunda şüphelerim vardı, hayatımda Karaca'nın olmadığı bir denklem bana pek bir şey ifade etmiyordu. Onu bulmak için birkaç girişimim daha oldu, ama her seferinde hüsranla sonuçlandı. Gidip görmek, hatta bazısında yaşamak istediği tüm şehirlerde ondan bir iz aradım, hiçbir şey yoktu. Boşuna bir çaba olacağına emin olmama rağmen ikametlerinin bulunduğu apartmandan, onlara gelen seçim kağıtlarının birini çalıp oy kullanacakları sınıfın başında bile bekledim ama nafile. Üçü el ele verip yok olmuştu. Tek çarem vardı, unutmak.

Kendimi tamamen derslere verdim, ikinci üniversiteden sonra edebiyat bölümünde yüksek lisansı da bitirdim ve hatırı sayılır bir üniversitede araştırma görevliliğine başladım. Birçok çalışma ve yayımlanan makalenin arasında beş sene geçmişti. Hayatım oldukça düzenliydi ve halimden memnundum. Sağlam iki arkadaş ve ortalama bir kazançla hayat gayet güzel olabiliyordu, bunu anlamıştım. Bir hafta sonu arkadaşlarla Yalova Termal'e gitmeye karar verdik. İlkbaharın iyiden iyiye kendini gösterdiği bugünlerde hamam ve biraz orman gezintisi hepimize iyi gelir diye düşünmüştük. Ben de bu bahaneyle anneannem ve dedemi görmüş olurdum, Termal çocukluğumdan beri çok sevdiğim bir yerdi ama kaç senedir uğramamıştım bile.

Güzel bir plandı. Yenikapı'dan feribota atlayıp dalgaların ve oradan oraya koşturan çocukların arasında geçirdiğimiz bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Yalova'ya vardığımızda dedem beyaz arabasıyla bizi bekliyordu. Dedemi görünce üçümüz de feribottan iner inmez yaktığımız sigaraları yere fırlatmıştık. Yarım saatlik yol dedemin din ve siyaset konuşmalarıyla olduğundan daha fazla hissettirse de sonunda varabilmiştik. Sabah saatlerinde daha sakin olduğunu bildiğimden, çantalarımızı eve bıraktıktan sonra çocukları hemen hamama sürükledim. Gerçekten de sakindi, hatta neredeyse kimse yoktu. Göbek taşında yatarken hamamın akustiğiyle birlikte türküler söyledikten ve tellaklara masaj adı altında kendimizi dövdürdükten sonra çıkıp ormanda yürüdük. Geçen birkaç senede ormanda çok değişiklik olmuştu. Garip değil mi? Bir orman ne kadar değişebilir ki diye düşünüyor insan. Her sene artan turist -çoğu her zamanki gibi Arap'tı- sayısı yüzünden hamamın etrafındaki kafeler ormanın içine kadar büyümüştü. Eskiden tek bir çay bahçesini geçip hemen içine dalabildiğiniz ormanda, etrafında masa sandalye olmayan bir ağaç görebilmek için artık bayağı derinlere gitmeniz gerekiyordu, bunun için de biraz efor gerekliydi. Ormanın tüm düzlükleri doldurulğundan, dokunulmamış yerlerine ulaşabilmek için engebeli arazide dolanmanız gerekliydi. Çocuklar buna razı olmayınca çareyi ormanın içindeki kafelerden birine oturup çay içmekte bulduk. Zira hamamdaki dayaktan sonra hiçbirimizin bu geziye hali de kalmamıştı. Çaylarımızı içtikten sonra eve dönüş yoluna koyulduk. Hava oldukça güzeldi. İlkbaharın gelişiyle Aşıklar Yolu'ndaki sümbüller açmış, tüm yol lila rengine bürünmüştü. Hayran hayran sümbülleri seyrederek yürürken telefonum çaldı, arayan Türk Dil Kurumu'nda önemli bir mevkide çalışan eski hocamdı. Son yıllarda aramız oldukça iyiydi ve benim TDK'de çalışmaya ne kadar hevesli olduğumu da biliyordu, bu sebeple hocamla ilişkimizin iyi olması konusunda ben de oldukça çaba gösteriyordum. Çocuklara siz devam  edin gibi bir işaret yaparken telefonu açtım. Hocam beni haftaya düzenleyeceği, dilin doğru kullanımı Z kuşağının yanlış yanlışları konulu konferansa konuşmacı olarak davet ediyordu. Hemen kabul ettim ve binbir teşekkür ve minnet cümlesinden sonra telefonu kapattım.

Çocuklar çoktan onları göremeyeceğim kadar uzaklaşmışlardı. Telefonu kapatırken karşıdan salına salına gelen ve gördüğü herkese el sallayan, dört, beş yaşlarında bir kız çocuğu gözüme takıldı. Çok tatlı bir çocuktu, el salladığı herkese gülücükler saçarak günaydın demeyi de ihmal etmiyordu. Bana doğru yaklaşırken yoldaki sümbüllerden bir parça kopardım, yere çömeldim ve gelişini izlemeye başladım. Elimdeki çiçeği görünce adımlarını hızlandırdı, yanıma gelip çiçeği aldı ve teşekkür etti. Adı Bahar'mış. Hemen Karaca geldi aklıma, Bahar en sevdiği isimdi ve her zaman bir kızı olduğunda adını Bahar koyacağını söylerdi. İster istemez kıza bir yakınlık hissettim, sarılmak isteyince biraz çekinerek de olsa kabul ettim. Sarıldık, saçları lavanta kokuyordu, yine Karaca'yı düşündüm, lavanta, portakalla birlikte en sevdiği kokuydu. Küçük bir kız çocuğuna sarılmanın beni bu kadar geçmişe götüreceğini hiç tahmin etmezdim. Sonra onu duydum, kızına seslenişini, bize hızla yaklaşırken birden yavaşlayan adımlarını, koşturmaktan hızlanan nefes alış verişinin duruşunu ve şaşkın bir ifadeyle adımı söyleyişini. Hepsi sadece birkaç saniyede olmuştu. Bahar'dan uzaklaşıp başımı kaldırdım. Oradaydı, aynı ses tonu, aynı bakış, aynı gözleriyle, tüm güzelliğiyle, Karaca. İkimiz de şaşkınlığımızı gizleyemiyorduk, sarılmak istedi, içim gitse de sadece elimi uzatmakla yetindim. Ayaküstü biraz sohbet ettik. Okulu bıraktıktan sonra ailesiyle Yalova'ya taşınmışlar. Burada evlenmiş, eşi feribot iskelesindeki işletmelerden ikisinin sahibiymiş. Çınarcık'ta yaşıyorlarmış ama kızı çok sevdiği için neredeyse her hafta sonu Temal'e geliyorlarmış.

Ben onu bulabilme ümidiyle şehirden şehre sürüklenirken, o karşı kıyımda yeni bir hayat kurmuştu. Çok akıllıcaydı, çünkü Yalova'yı hiç sevmezdi ve onu burada aramanın gereksiz olacağını düşüneceğimi bilirdi. Aldığı hamilelik kiloları ona çok yakışmıştı. Evet, hamileydi. Erkekmiş, adını Cemal koyacaklarmış. İkisinin de en sevdiği şairin adı olduğu için oğullarına da bu adı vermek istiyorlarmış. Halbuki eskiden Karaca İkinci Yeniciler'i hiç sevmezdi. Ama elbette, o da değişmişti, ikimiz de değişmiştik. Farklı görünmüyordu, konuşurken parıldayan gözleri aynıydı ya da güldüğünde ortaya çıkan hafif ayrık iki ön dişinin arasındaki mesafede azalma yoktu, ama değişmişti. Uzun saçın bana yakıştığını söyledi. Gözlerimin altındaki torbalara baktı, daha fazla uyumam gerektiğini tembihledi ama yıllardır çektiğim uykusuzluğun sebebinin kendisi oluşundan duyduğu mahcubiyeti gizleyemedi. Söylememiştim ama biliyordu. Akademik kariyerim dışında hiçbir şeyden bahsetmedim. Gereği de yoktu, apartmanındaki seçmen kağıdını çaldığımı ve sınıfın başında nöbet tuttuğumu veya sevdiği tüm şehirlerde onu aradığımı söylemek safi çiğlik olurdu. Konuşmanın sonunda Karaca'nın elini sıktıktan sonra Bahar'a tekrar sarıldım ve yanlarından uzaklaştım. Termal'in içine doğru yürüdüm ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Taksi durağına gelmiştim, en öndeki aracın kapısını açtım, otogara gideceğimizi söyledim. İlk otobüsle İstanbul'a döndüm ve sonrasında Yalova'ya bir daha hiç gitmedim.