Sessizliğin icinde koskocaman bir fırtına gibiydi karanlık. Rüzgar, birer birer örülmüş şatoların duvarlarını yıkıp geceye hükmetmek isteyen bir düşman edasıyla sokuluyordu koynuna. Ruhunu düğmeliyor ilmek ilmek, örüyor sırtındaki izleri, üzerinden geçiyor hafifçe. Hızlı oluşuna aldırma, öyle naif ki dokunuşları... dokunduğu yer alev almış bir samanlık gibi tutuşuyor ve alev alev yanarken ayrıca kusuyor da bütün kırgınlıklarını, hıncını , nefretini, kinini...

Her bir vuruşunda okşuyor da boynu bükük öksüz kalmis kız çocuğunu. Geceler; geceler susmaz çocuğum. Geceler susarken seni de susturmaz. Sökerken yüreğindeki paslanmış hisleri Geceler sönmez çocuğum. Patlamak bilmeyen o volkanın koskocaman öfkesi gibi dinginken, patladığında her şeyi yok edebilecek kadar güçlü bir zaman dilimidir. Sen bekleme kasırganın icinde çağlayan suküneti. Sessiz ol. Burası gecenin vaveylâlarıyla dolu kilitli bir sandık. Eğer konuşursan bu kilitli sandığı açıp koskocaman geceyi zavallı bir ışıkla aydınlatırlar. Oysa karanlık içine düştüğümüz dünyanın en gerçekçi yüzü değil mi...