Emre itaat öğretilen
Asker traşlı, fakirin çocuklarıydık.
Göklerden gelen on kanun değildi belki,
Hikmet sahibi babaların ağzından tükürülen,
Mantığını anlamasak da,
Vardır bir bildiği,
Uzatma da yap diye öğütledik kendimizi.
Sırasını savan
Çekilip gidince arka sayfalara,
Dünyanın şekillendiği kararları doldurup ceplerimize,
Ağrı kesici laflar ürettik,
Ölçmeden tartmadan.
Dünyanın bizden büyük olduğu günlere bakıp
Şaşkın özledik,
Sorumsuz, ahmak senelerimizi.
Artık kararlarımızın sadece kendi ellerimizi bağlamadığı zamanlarda yaşıyoruz.
Senden dışarıda bir(iler)inin hayatına,
Kepaze mantığınla,
İsim koyma cüretinle,
Ve önünü arkasını irdelemeden,
Ne olur ne biter kendi düşünsün,
Kuş tüyü rahatlığıyla.
Anlıyorsun,
Tarih neden sakarlar ve salaklarla dolu.
Ne karar versen değişmeyeceğine inandırıyorsun kendini.
Gerçekten,
Böyle mi düşünüyorsun,
Akacak kan damarda durmaz,
Delikli boncuk yerde kalmaz mıydı?
Uygarlığımızın en bilge,
Sefil çağında,
Korkaklığımıza mı, aptallığımıza mı
Diye düşünürken,
Önümüzde rengarenk tuşlar ve emirler izliyor bizi.
Olacak olan olsun da,
Zaruri acılara katlansın
Kararsızlıktan yalvaran.
Es geçen zaman bakmazken yüzümüze
En kötü ne olabilir, derken
Gayrimemnun burunlar görünür oluyor,
Ondan sivri dişler sıkılıyor,
Güleçsiz iltifatlara.
Bütün suçu başkasına atmak dışında şans var mı?
Yine mızmız çocukluk mazeretleri,
Yine harcanan zaman,
Güneş,
Ve olabildiğince emek.