Acısı çıkıyor kelimelerimin yine.Oysaki göz hapsindeydi tebessümlerimde. Çaldığım kapıların ardındaydı belki saklanılan. Gözle görülmeyecek bir toz tanesi gibiydi kelimeler. Dilime dolaşıyordu gizlice saatler. Yok olmayı istemek zor muydu varlıkla mücadele ederken. Her şey basitken kapı dışında bir adım ötede isteğine ulaşacakken o kapıyı açmak neden bu kadar zor olmalıydı ki!


Görünenle görünmeyenin heybesinde ne vardı? Yoktuk belki de... Var olmanın savaşını verirken yok olmak istiyorduk. Halbuki yoktuk. Hepimiz bir kurgunun içindeydik ve oyalanıyorduk. Sustu ve zincire dolandı kelimeler. Santim santim yaklaşırken sona ya da sonsuzluğa. Belki de boşluklarla doluyduk. Her yanımız boş sözler, yalanlar, sahte mutluluklar, hepsi kurgunun bir parçasıydı ve biz ölüme kafa tutarken galiba ölümsüzlüğü tatmıştık.


Hayal edin şimdi... Bir karavandasınız ve yolculuk yaparken düşünüyorsunuz. Arkada kamp çadırı durup bir yerde konaklamak için yer ararken buluyorsunuz kendinizi... Kapının nerede olduğunu biliyorsun ama anahtarın yok. Anahtarın olsa da doğru kapıyı bulamıyorsun. Her seferinde yeniden deniyorsun. Umudun git gide yok oluyor. Yüzünde bir tebessüm beliriyor. Yalnız seninle gökyüzü arasında kimse görmüyor. İçinde kasırgalar, depremler seni oradan oraya sürükleyip bir kenara fırlatıyor. Göçebe kalbin kimi isterse, kimi seçerse orada konaklıyorsun. Akşamları ateşin başında ıslık çalıyorsun. Sevdiğin şarkılardan oluşan listeni açıyorsun. Yorgunsun, yaralısın, dert mi daha büyük yoksa yalan dünyanın kendisi mi ? Gözlerin kamaşıyor ayın büyüsüne kapılıyorsun. Ay ve yıldız sana özel dans ediyorlar. Güldükçe gülüyorsun ve sonra ağlamaya başlıyorsun. Gözyaşların yaktığın ateşten daha büyük. Dünya komple yansa insan gözyaşları ile söndürebilir, çok geçmeden bunu anlıyorsun. Ruhun bedenini terk ediyor, astral yolculuklara çıkıyorsun. Koruyucu melek oluyor, yer küreye bir de bu gözle bakıyorsun. İnsanların çektiği acıları, sevinçlerini, mutluluklarını görüyorsun. Etrafındaki insanları incelerken arada kendini unutuyorsun. Onların yardımına koşmak istiyor bir adım atıyorsun ama bozulan araba gibisin. Ne kadar çabalasan da bir yere varamıyor, yeniden bedene dönüyorsun. Demek ki, diyorsun; Ne yaşamış olursan ol, her şey kendi düzeninde ilerliyor. Evrende mutlak değişmeyen bir yasa var, gözle görülemeyen. Ormanın içinde gezintiye çıkıyorsun. İşsizlik, karanlık pek ürkütmüyor seni. Tam tersine huzur veriyor. Gün hafifçe aydınlanmaya başlıyor, güneşe yoldaşlık ediyorsun. Tüm yaşamın önünde onu almanı bekliyor. Her şey ellerinde, öyle sanıyorsun. Yolculuğun devam ediyor. Kamp kurduğun yerde ateşi söndürdün evet ama ya içinde yanan o koca ateş! Onu da böyle söndürebilir, kül haline getirebilir misin? Ya da kalbini çekip çıkarabilir, o yanan ateşin içine atabilir misin? Bir tek sen biliyorsun ki kalbin öyle büyük ki kendini yaksan yine Zümrüd-ü Anka kuşu gibi küllerinden doğacak. Yeni bir öz yaratacak, kelebek ya da flamingo olacak. Onu da beğenmezse kartala dönüşecek. Belki de o zaman yerde bulamadıklarını gökte aramaya devam diyecek. Kim bilir göçmen kuşların gidişine tanıklık edersin. Kimi zaman da bir dağın zirvesine sığınırsın.