Ben bir modern zaman seyyahıyım diyerek iddialı bir giriş yaparım yahut şantiyeye takım elbiseyle girerim. Şu kısacık hayatıma bakarım. Çoraplar örerim. Ayları sayarım. Takım tutarım. Takıma takıntılıyım. İrdelerim, iğnelerim, iğrenirim, konuşurum, belki soy ağacımın yapraklarını sayarım. Toprağı eşelerim. Cehennemin dibine giderim. Parmaklarımı yazmak için alıştırırım. Aklımı kurcalar, bir şeyler bulunca çocuklaşırım. Para verip şeker alır, dişlerimi çürütürüm. Bildiğim son sayıya kadar sayarım. Hiç denememiş olsam da buna kısa süreliğine cesaret ederim.
Ben uzanıp giden kısa çizgiyim. Duruşumu bozsam bile sınırlarım dışına çıkamam. Kabullenmişliği reddetmem cümlelerden atılmama sebep olacak. Yahut silinip gideceğim. Ara sözlerimi arasalar da bulamayacaklar. Ben papatyaların saat başı yaprağının koparıldığı bir eserim. Bir gerilim yaşatıp son yaprak kopmadan hemen önce nefeslerin tutulduğu o anda “sevmiyor” çıkacağını bildiğim için bir falcıya en az elli lira vermediğimden fala inanmayıp falsız da kalmayanlarca yadırgandım. Üzerinde durduğum tahterevalli beni aşağıya çekecek. Sadece bir zaman meselesi bu, biliyorum. Bilmemek mutluluktur, diyor adamın biri. Biri sorunun cevabını bulduğu için mutlu oluyor. İki ihtimalin de aynı anda gerçekleşebildiği ender bir yer olduğunu kanıtlıyor dünya. Bir adam çıkıyor ve bunlar sadece bir zaman meselesi diyor. Hepsi kabul edilebilir. Ben üzerinde durduğum dengesizlikleri tahterevalliye koyup onlarla oyun oynayacağım. Bildiğim ve bilmediğim her şey ben yokken mutlular. Üçüncü durumu ben oluşturduğum ender bir yalanın ortasında kabul edilebilir bir çıkar yol bulacağım. Yataktan kalkamayacak hâle geldiğimde düş kurmaya başlayacağım. Benim olmayan kum torbalarına yumruklar atacağım. İnsanların alnını karışlayıp kaç karış olduğunu karıştıracağım. Unutkanlığım başıma dert olacak.
Ben yaşımı unuturum bazen. Acaba koşup anneme sarılacak kadar çocuk muyum, sinirlenip kapıyı vuracak kadar ergen mi? Hayatı sorguluyorsam şu yaptığımla ikincisi daha mantıklı diyerek kendimi bulmaya çalışmaktan da yoruldum. Bugünün işini yarına bırakıyorum ki büyükken daha iyi karar alabileyim. Bazen bir limon gibi sıkılırım. Mesela hiçbir zat-ı muhterem çıkmaz limonların hakkını savunmaya. Bunca zamandır ekşilik haklarının telifini alan olmamıştır. Hayatın gerçekten garip olduğunu düşündüğüm zamanlar şapkamın içine bir limon koyarım. Hayatın garip değil de sıkıcı göründüğünü fark edersem o limonlardan birini alır ve yemeye başlarım. Önceleri şapkam limonla doluyken şimdi ağzımda ekşi bir tat var.
Elmacık kemiklerimden içime bir kurt düştüğünde kafatasını elleri arasına almış birinin Hamletvari sorgulamalar içine girmesin isterim. Okumak ya da okumamak işte tüm mesele bu, cümlesinden sonra okumak ya da okumamak arasında gidip gelişlerin kendi medcezirlerini oluşturduğunu ve bunun dolunayla hiçbir alakası olmadığını bilecek kadar kafatasımı ellerim arasına alıp sorgulamalar yaptım.
Geleceğe dair umudum, geleceğe otostop çekerek gitmeye çalışırken umutsuz ve tekinsiz mecralarda mecmuaların kapak sayfalarını süslemesi gereken planlarımla beraber kendisine küçük bir pasajda yer bulabildi. Anonim muamelesi gören o satırlar, kendini kendine fırlatıp yüz bin parçaya böldüğü aynadaki parçalardan birini alıp bileklerini kestiğinde akıttığı kan kadar gerçek ve sıcak ama gittikçe de soğutan bir ritim tutmayı gerektiriyor. Öyle anlarda dünyanın ritmini sismik dalgalarla arttırarak insanları sarsmak ve kendine getirmek o kadar da kötü görünmüyor. Gerekli şartlar oluştuğunda herkesin her şeyi yapabileceği gerçeği yüze tokat gibi çarpıyor. Çarpmanın şiddeti sismik dalgaları yüzde yayıyor ve içten içe kırılıyor insan. Belki on, belki yüz, belki binlerce parçaya. Kırıldığını biliyor insan. Biliyor ve yazıyor. Yazıyorum.
Herkes gidince yalnız kaldım. Bu aslında kelebek etkisi kadar karışık olmayan matematiksel bir denklemdir. Kendini diğer insanlardan çıkarırsın. Çıkarları yoksa kaybedersin. O zaman geldiğinde içinden çıkmayacağın bir koza örebilirsin. Ve kelebekten tırtıla evrilip tırt bir hayat yaşamaya başlayabilirsin.
Doğru bildiğim yanlışlar yavaş yavaş öldü. Yeni bir ihmalde doğuyor göz bebekleri, doğuyor ve büyüyor. Büyürken öldürüyor birini. Gözüne batıyor, batıyor ve küçülüyor gözünde eski hâli. Göz bebeklerimin rengini hep beğendiler. Rengini bir türlü tanımlayamadığım bu iki ferfecir benim belirsizliğe attığım ilk adımlardı. Demek ki bilmeden de mutlu olunabiliyormuş, dedim. Öğrendikçe imzamın şekli değişti.
Ben yürüdüğü yol kısa olan; aklı bir karış havada, boyu toplam on karış, modern bir seyyahım. Uyku tulumlarınızı çıkarabilirsiniz. Çocukluğunuzda birçoğuna anlatılmamış bir masal anlattım. İntikalimi mecbur eden nedenlerimi size açıklamadan başımı alıp giderdim, bu da benim mecburiyetim olurdu ama kısa bir açıklama makul kaldı. İstinat duvarlarımı yıkan istisnasız herkese içimdekileri kusmadan önce ayrılmazsam dokuzu beş geçe dokuzuncu köyden de kovulacağım. Kovulmak yakışmaz bana. Ben bir seyyahım. Bir başka yerden bir başka yere davetsiz misafir olarak gitmek yakışır. Bunu bilir, bunu söylerim.
Ömür Düğün
2020-08-27T21:27:13+03:00Teşekkürler Ahmet Kaplan. Hikayelerimle düşünmeye sevk etmek beni de mutlu eder.
Ahmet Kaplan
2020-08-27T21:14:54+03:00Yüreğinize sağlık. Bir solukta okudum. Şimdi üzerine düşüneceğim..