Genç adam, satranç tahtasının başında derin bir nefese odaklanmıştı. Beyaz taşları siyah taşlara karşı yönlendirirken, her hamlede kendisiyle savaşır gibiydi. Bu yalnız oyun, bir tür sığınak olmuştu. Tüm taşlar onun kontrolündeydi; bir şahı yalnız bırakıp bırakmamak, bir piyonu feda etmek tamamen onun elindeydi. Arzu'nun zihninde yarattığı kaosun aksine, burada düzen ve kontrol vardı. Ancak bu düzen bile onu avutmaya yetmiyordu. Tahtadaki kraliçe bile, ona Arzu’yu hatırlatıyordu.
Tam bir sonraki hamlesini yapmak üzereyken kapı çaldı. Ansızın gelen ses, düşüncelerini kesip attı. Tahtanın başından kalktı ve kapıya yöneldi. Açtığında karşısında komşusu Hatice’yi buldu. Başörtüsü sıkıca sarılmış, yüzünde tereddütlü bir ifade vardı.
“Merhaba, rahatsız etmiyorumdur umarım,” dedi Hatice. Sesi yumuşak ama hafif bir utangaçlıkla titriyordu.
“Hayır, tam aksine. Gel, içeri gir,” dedi genç adam, kapıyı ardına kadar açarak.
Hatice kapının eşiğinde durakladı. “Yok, şey... Sadece ödünç bir makas sormaya gelmiştim. Rahatsız etmeyeyim.”
“Ne rahatsızlığı? İçeri gel. Çay koyarım, biraz sohbet ederiz,” dedi genç adam, ısrarcı bir tonla.
Hatice’nin bakışları yerdeydi, ama bir an başını kaldırıp genç adamın gözlerine baktı. İçinde bir çekişme yaşandığı her halinden belliydi. Kendi muhafazakarlığının koyduğu sınırlarla, bu adamın sıcak daveti arasında sıkışmış gibiydi.
“Pekâlâ, ama uzun kalamam,” dedi sonunda, içeri adım atarken.
Genç adam, Hatice’yi salona buyur etti. Satranç tahtası hala orta yerdeydi. Hatice, tahtaya bakarken hafifçe gülümsedi.
“Tek başına satranç mı oynuyorsun?” diye sordu, şaşkın bir ifadeyle.
“Evet. Yalnız olmanın güzel tarafı, kendi kendine karar verebilmek. İtiraz eden yok, yanlış anlayan yok.”
Hatice bir an duraksadı. “Ama insan kendi kararlarında kaybolabilir. Yanlışa saparsa, fark edecek kimse de yoktur.”
Genç adam, onun bu cümlesinde bir meydan okuma sezdi. Hafifçe gülümsedi. “Belki de insanın en büyük savaşı, kendi yanlışlarıyla yüzleşmek değil midir? Satrançta bir piyon yanlış ilerlerse, onun bedelini ödeyen yine sen olursun.”
Hatice’nin bakışlarında bir kıpırtı belirdi. “Ama insan yalnızca kendi yanlışlarının bedelini ödemez. Toplumun, ailenin, hatta inancın da bedelleri vardır. Biz tek başımıza değiliz.”
Genç adam çayları getirirken, Hatice’nin sözleri zihninde yankılanıyordu. “Belki de insanlar yalnız olmadıklarına inanmak ister. Ama her karar nihayetinde bireysel değil midir?” diye sordu.
Hatice hafifçe kızardı. “Bu, varoluşun anlamını bireyde aramak gibi geliyor. Ama hayat, sadece bireysel kararlarımızın toplamı değil. Sartre’ın dediği gibi, özgürüz, ama bu özgürlük başkalarının hayatına dokunduğunda bir sorumluluğa dönüşür.”
Genç adam bir an durakladı. “Simone de Beauvoir de özgürlüğün bir karşılığı olduğunu söyler. Özellikle kadınların kendi özgürlüklerini kazanması gerektiğini. Ama ya bu özgürlük, taşra gibi yerlerde imkansızsa? Ya yalnızca seçememekle sınırlıysa?”
Hatice, bu sözler üzerine daha da gerildi. “Kadınlar, özellikle bizim gibi yerlerde, hep bir seçimsizlikle baş başa bırakılır. Ama bu, özgürlükten tamamen vazgeçmek anlamına gelmez. Savaşarak da olsa bir alan yaratılabilir.”
Genç adam bir süre Hatice’nin gözlerinin içine baktı. “Peki, sen kendi alanını yarattın mı?”
Hatice’nin yanakları kızardı. “Bu, burada tartışılacak bir şey değil. Ben sadece...” Sözlerini toparlamaya çalışırken bir tür huzursuzluk hissetti.
Genç adam masaya eğildi. Aralarındaki mesafe giderek kapanıyordu. “Bazen insan, en büyük özgürlüğü bir başkasının gözlerinde bulur. Belki de tüm eksikliklerimizin cevabı, başka bir insanda saklıdır.”
Hatice bir an sustu. Genç adamın sözleri, içinde karışık duygular yaratmıştı. Gözlerini kaçırdı ama kalkmayı da düşünmedi.
“Bu doğru değil,” dedi Hatice, yavaşça. “Kimse kimsenin eksikliğini tamamlayamaz. Bu, kendimizi kandırmak olur. Ama... ama insan bazen böyle hissetmek istiyor, değil mi?”
Genç adam ona yaklaştı. Aralarındaki mesafe artık yok denecek kadar azdı. Ama tam o anda, Hatice yerinden kalktı.
“Ben gitmeliyim,” dedi ani bir kararla.
Genç adam şaşkınlıkla ona baktı. “Neden? Ne oldu?”
Hatice kapıya doğru yönelirken durdu, arkasını dönmeden konuştu. “Çünkü bu, benim sınırlarımı aşar. Ve belki de kendi sınırlarımla yüzleşmeye hazır değilim.”
Kapı sertçe kapandığında, genç adam bir kez daha yalnız kalmıştı. Arzu’nun anıları yeniden zihnine doldu. Satranç tahtasına döndü. Ama bu sefer oyun, olduğundan daha karmaşık görünüyordu.