Yıllardır uyumamış, her gün belirli aralıklarla enseme sert bir cisimle darbe almış ve tüm bunlar beni öldürmemiş gibi yaşıyorum.

Göğsümdekinden öte bir can yok ama sanmıyorum ki ona da yeteri kadar iyi bakıyorum.

Büyümeyen çocuğa annelik ediyorum. Daha fazlasını görmek zorunda bıraktığım için her ağladığımda pişman oluyorum.


Aynı kız çocuğunun satırla doğranmış heveslerini her bir gebeliğinde kan kusan annem gibi rahmimde taşıyorum.

Aynı kız çocuğu.

Cılız bacaklarıyla neşe içinde koşarak açtığı kapının ardındaki kimsenin yüzüne içtenlikle gülecek güce sahip olamadığı. Yüz kasları belki de sadece kaşlarımızı çatabilmek için vardı. Belki beceremeyen o'ydu, ikide bir dudaklarının gerilmesi ne garip şeydi, yavru kedi görünce falan?

5 yaşında bir çocukla ettiğiniz 5 dakika sohbet, Anatomi'yi temellerinden sarsmak için yeterlidir.


Çay tomurcuklarını toplayıp avluda bir bezin üstüne serdikten sonra kararmalarını bekleyip, zeytine dönüşecekleri ihtimaline azim ve umutla bağlı olan kız. Biraz da salak olabilir kendisi.

Peşinde komşunun oğlunun çekçekli arabası ve elinde harita niyetine bir kredi kartı broşürüyle o dağları kaç kez fethetmiştir, saymadık hiçbirimiz.

21'inde İstanbul'u alan Fatih'i kimse unutmadı da, benim küçük kaşifim kendine bile görünmezdi. Dağlarda ne bulacağı değildi konu. Sevinirdi işte, komşunun oğlu her sabah gelip kapıda onu sorunca. Çocukluk aşkından önce, bir dosta olan özlemin nasıl keskin ve buruk olduğunu öğrendi.


5 yaşında bir çocukla ettiğiniz 5 dakika sohbet, Kristof Kolomb'u mezarında ağlatmak için yeterlidir.


Yokluğunun başına bela olacağını henüz bilmediği güzelliği öğrendi, Tuba Büyüküstün'ün oynadığı Pantene reklamını izlediğinde. Onu bekleyen koca, kabarık, dağınık buklelerinin uzayınca aslında öyle görüneceğini sandı uzun süre, erkek tıraşı saçları omuzlarına gelene dek. Taraklarla ömür boyu sürecek bir kan davasının fitilini ateşledi, düğüm düğüm saçlarına aynada baktığı o ilk gün.


Özellikle de hava fırtınalıysa, sağanağın altında öylece durmaktan aldığı zevki hiçbir şeyden almazdı kolay kolay, çirkin ve ıslak ördek yavrusu. Dev bir kara parçası duş alırken katılmak gibiydi bu ritüel. Hiçbir şey daha temiz, daha arınmış hissettiremezdi.

Ne kuğuya dönüştü, ne de donuna kadar ıslanıp hasta olmaktan geri durdu yediği onca azara rağmen.



Sebebini kendi de bilmese dahi pencereden hiç ayrılmayan minik Fatih'im, duvarların içinde gördüklerinden hazlanmazmış gibi zaten hiç. O küçücük, bomboş kafasını dışarı çevirdiği zaman kuşları görürdü. Kuşları nasıl severdi. Duvara tırmanan kertenkele, bahçede aceleyle koşturan 15 santim çapında bir sıçan, saçına konmayı çok seven uğur böcekleri. Gördüğü her şeyden mest olurdu.


Dünya bir gezegen değildi aslında.


Yeryüzünde bulunmak değildi dünyada olmak, ona sorulsa. Dünya dışarısıydı.

Kapıdan girdiğiniz an dünya dönmeye ara verirdi. Varlığın başlangıcından beri dur durak bilmemiş zaman, yorulmuş gibi eğilip ellerini dizlerine koyar, dinlenirdi.

5 yaşında bir çocukla ettiğiniz 5 dakika sohbet, Astronomi ve Fiziğin öncülerine yuvarlak bir masada aynı anda sigara yaktırmak için yeterlidir.


Ağır çekimde izlerdi her şeyi küçük bok.

Birilerinin işaret parmağı birkaç milim hareket edene dek kafasında kırk tane şey yaşanıp bitmiş olurdu çoktan. Zihninin hızına yetişemezdi ama dahi falan da değildi. Bunca aceleyle ne yapacağını bilemedi çok uzun zaman.

Sonra fark etti, bir şey yapmak zorunda olmadığını.

Sadece camdan bakmak zorunda olmadığını.

Tarakların o kadar da gerekli olmadığını.

Gerekli hissedebilmek için komşunun oğluna ihtiyacı olmadığını.


Görünmediğin kadar görürsün her zaman. Bunu bilmek yeterliydi.

Belki değil.

Belki kimse henüz doğurmadan anneliği tatmamalıydı.

Belki çok konuşuyorum.

Belki de hiçbirini yazmamalıydım.


Bunaldım, dışarı çıkıyorum.