İtiraz ediyorum sayın yargıç. Yüce mahkemenize sığınıyorum. Evet tırmalamışım gibi göründüğünün farkındayım. Maksadım bu değildi. Tırnaklarım mı uzun sadece okşamak istemiştim. İzin verin en başından anlatayım öykümü.
Bizim çöplük, bilinen, istenmeyen ve ruhumu ezen bir yaşantı sunar. Çırpınır ruhum sayın yargıç ama sanki görünmez bir olta midemdeki balık kılçığına takılıymış gibi uzaklaşamam. Bu duygudan kurtulmak için bir süre balık yemedim çok da iyi geldi ruhuma ama çöplük, üyelerini eninde sonunda bulunduğu delikten söker alır. İşte tam bu zamana, düşten uyandığım zamana denk geldi onu tırmalayışım; yani aslında tırmalamadım bilerek ama ruhum çırpınırken sayın yargıç.
O başka çöplüktendi hoş onunkine çöplük denmez. Arzulanan, uğruna acı çekilen, büyülendiğim yerdi onun yeri. Ben bizim çöplükten ayrıldıktan bir süre sonra çöplüğün etkisinden arınmamla birlikte belki de bilemiyorum ya da çöplüğe geri dönme korkusuyla, o var oluşumun en büyük parçası, çöplüğün sindirdiği parçası açığa çıktı koca bir sancı olarak. Bir uyanıştı sayın yargıç. Pişmanlık doluydu içim. Çöplüğün bunu bastırmasına izin vermiştim çünkü. Bu ilk değildi elbette ama her seferinde bir yenilgiyle ruhumu avcuma alıp çöplüğe boyun eğdim. Ama sayın yargıç hiçbir şeyi bu denli içten, en derinden; kordan istemedim. Hiçbir şey bu hissi, içimdeki darlığı, heyecanı, ruhumun hareketini yaşatmadı. Çok kez yanılıldı ama vazgeçmek mümkün olmadı. Bu kez yeniden bir hışımla sıvamıştım kolları felakete ya da dirliğe.. Ona rastlamam da bu zamana denk geliyor. Heybetli, kömür karası gözleri yumuşacık bakıyordu. Görür görmez içime işlemişti şefkati. Buğusunu anlamıştı gözlerimin, tutkumun verdiği eziyetin izlerini. Orda olmak istiyor çöplüğü büsbütün unutmak istiyordum. Unutuyordum da elbet benim için araladığı kapının açıldığı dünyada. Ah! o dünya; onun gibi yüzebilmek istiyor ne derse yapmaya can atıyordum. Oradaydım; varlığım ne mutluydu. Nihayet nefes alabiliyordum. Böylece orayı keşfetmeye başlamış bir süre sonra alışmıştım. Beraber yüzüyor, gittikçe dev balinaya hayran oluyordum. Beceremediğimde şefkatine sığınıyor beni dinginleştirmesine izin veriyordum. Tüm kaygılarımı silip atıyor ve sonsuz bir güç veriyordu. Şaşırıyordum kömür gözlü dev balinanın- öylesine müthiş bir ruhun- bir kediyle bu denli içten ilgileniyor oluşuna. Gözlerinde, içindeki tutkuyu gördüğünü söylemişti kediye. İnanıyordu kediye; iyi bir yüzücü olabileceğine ama sabırsız olduğunu söylüyordu zaman gerekliydi bu yolda. Kediyse kaybettiği yıllar ve yürek burukluğuyla telaşlıydı. Çünkü korkuyordu yeniden çöplüğe kapılmaktan, defalarca olduğu gibi sinmekten, tutkusunu gömüp uyuşmaktan. Öylesine bir korkuydu ki bu kömür gözlü dev balinanın yanına her gidişinde önce o koca gövdeye sarılıp sakinleşmeye ihtiyaç duyuyordu. Çok da iyi beceriyordu dev balina onu sakinleştirmeyi ne halde gelirse gelsin. Dinginliğine kapılıyor o dünyada büyüleniyordum. Sadece orada olmak sürekli yüzmek ve dev balinayla soluklanmak istiyordum. O anlarda dev balinanın yüzdüğü kadar iyi bir dinleyici olduğunu kavramıştım. Dev balinayla kedinin ruhları bir yerde birleşiyor bambaşka çöplüklerde olmalarına rağmen benzer kıvranışlar benzer hazlar yaşıyorlardı. Orada daha rahat hissediyor ve davranabiliyordum. Üstelik zaman geçtikçe kömür karası gözlerde gördüğüm onaylama beni gururlandırıyordu. Bütünüyle kendim olabiliyordum artık; çırılçıplaktı ruhum, ne büyük rahatlık bilir misiniz Sayın Yargıç? Korkuyordum bu bağı kaybetmekten, dev balinadan bir adım öteye gitmek istemiyordum. Yüzmeyi en çok onunla sevmiştim. Kömür karası gözlerine bakıp ruhunu kucaklamayı, bir kedinin de -küçük bir kedinin de- o koca ruha şefkat gösterebileceğini anlatmak istiyordum. Susuyor ve izliyordum.
Ve bir gün Sayın Yargıç, çöplüğe çağırıldım. Söylemiştim size çöplük eninde sonunda bulur ve çıplak ruhuna maskeyi taktırır. Ruhunu kıskacına alır. İşte en çok bu acı gelir bir kediye, kendi gibi olamayışı, sürüklendiğini hissetmesi. Oysa ruhunun çırılçıplak olabildiği bir yer vardır. Neden orada olamıyordur öyleyse?
Neyse ne.. Ben bu büyülü düşten böyle uyandırıldım. Apar topar. Öyle keskindi ki ruhuma ait olan her şey orada kalmıştı. Kömür gözlü dev balinaya veda bile edememiştim. Onu kaybetmekten ölesiye korkarken bir anda –hiç beklemediğim bir anda- söküp alınmıştı hayatımdan. Nasıl sarsıldım Sayın Yargıç. Tarifi yok. Ne balık ne çer çöp bir lokma geçmedi boğazımdan. İçimde kocaman bir sancı ve felakete sürüklenişim… Her an zihnimdeydi bu düş. Bu kadar keskin olmasaydı eğer, yaşamak zorunda olduğum gerçekliğe; çöplüğe katlanmanın bir yolu olabilirdi. Ama şimdi ne düş kalmıştı elimde, ne ruh. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Çöplükte nefes alamıyor dev balinanın yanında ciğerlerimi doldurmak istiyordum. Yetmiyordu, düşümde yaşıyordu. Çöplükte ne kadar eziliyorsa ruhum zihnim kömür karası gözleri hatırlıyor, onunla yüzüyordu. Birlikte olduğumuz tüm o anları yeniden yaşıyordum zihnimde; çöplüğü reddediyordum. Bazen istemesem de beliren imgeler birden beni oraya götürüyordu. Bunun yüküyle yaşamak dayanılmaz bir acı veriyordu. Adeta debeleniyor durmak nedir bilmiyordum. Söyleyin sayın yargıç bu durumda bir kedinin çırpınışı, düşüne dönme çabası dev balinayı incittiyse bunda kasıt arar mısınız? Hele ki bu dev balina kedinin nasıl hissettiğini çok iyi biliyorsa; ruhunu tamamıyla görmüş ve bağ kurmuşsa ve kedi bu bağa ölesiye inanmışsa..
Ben Sayın Yargıç, itiraz ediyorum. İncitmek istemedim kömür karası gözleriyle yumuşacık bakan dev balinayı. Ve bu şikayet bana ne hissettiriyor sanırım anlıyorsunuz artık. Şimdi ben şikayetçiyim dev balinadan. Bir kediyle dost olabileceğine, onu sevdiğine inandırdığı; şefkatiyle sarmaladığı ve afalladığında onu reddettiği için şikayetçiyim Sayın Yargıç. Oysa kedicik, dev balinanın göğsünde dinlenmek istiyordu yalnızca çöplüğüne dönmüş olsa bile; o büyülü düşe tutunmayı.