Göreceli zaman içinde kendi kavramsallaşmışlığımızı örtbas ediyoruz. Birbiri ardınca gelen şimdileri görmezden geliyor, şimdinin uzağında bir yerde yaşamak için anın gerçekliğinden uzaklaşıyoruz. Fakat şimdi denilen şey bizim böldüğümüz zaman diliminden başka nedir ki? Dün, bugün ya da yarın; hepsi için imgelem önce şimdinin geçmesi ve sonraki şimdi olarak da adlandırılabilir. Dün, artık ben olmaktan çıktıysa yarın da ben değildir. Bu halde yine de insan dünün ve yarının ya çok gecikmiş ya da çok erken olduğu kanısıyla üçlü zamanın hepsiyle bir çıkmaza girebilir.


Şimdi denilen kısım eğer çok uzaklardaysa onu hayatın merkez noktası yapan şeyi arayıp bulmak ya da bulmaya çalışmak hayatın anlamının ne olduğuna dair yürüteceğimiz fikirlere bizi daha da yaklaştırır.


Camus’un Sisifos Söyleni’sinde şöyle bir paragraf geçer: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır; intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediğinde bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.” Geçen bir zaman vardır ve şimdiler geçmiş olacaktır. O halde elle tutulur bir gerekçe bile insanı zamanın acımasızlığı karşısında avutabilir, yol gösterebilir. Yaşamın yaşamaya değip değmeyeceği sorusu yine yaşamın içindedir. O halde ölümü seçmek yaşamın gerçekliğini kabul etmektir. Yaşamaya devam etmekse gerçekliği yadsımaya çalışan biri için savaşmaya devam etmek gibidir. Her halükarda yaşam oradadır ve Camus’un dediği gibi bu soru, düşünceler tarafından için için yenmeye başlamadan önce sorulan bir sorudur. Zamanın ve şimdinin içerisinde kendimize sorduğumuzda cevap alamadığımız soru budur. Yine de doğası gereği insan yaşamakla mükellef olduğu için yola devam eder. En küçük şey bile bir imgelemle insanı yaşama konusunda ikna edebilir. Alımladığı imgeler bir etkiyle her şeyi kuşatabilir. Kuşatılanlar, daha önce kurtulmak istediği dünyadan bambaşka bir boyuttaysa ve gerçekliği yeniden tanımladıysa diyebilir miyiz ki insan, karşısında duran yalın gerçeklik içerisinde kurmaca bir hayatın serüvenini inşa edip orada, kurgu dünyasında yaşamını sürdürebilsin?


Gerçeklik kavramı elbette onu düşünmediğim sürece asıl görevini icra eder. Ona yüklediğim anlam asla nesnelliğe ulaşmaz. İmgelerin dışına çıkıp bir şey düşünmediğim an eğer ki vuku bulursa o zaman gerçekliğin kavranamazlığı hakkında bazı anlamlar çıkarabilirim. Çıkardığım anlam da hiçbir zaman zihnimde açıkça beliremez.


İnsan, imgelere ulaşmak için doğru kelimeyi, anı ve perspektifi bir şekilde tesadüf ile yakalayabiliyor. Sürekli imgeden bahsediyorum ama bu hayatımızın her anında kısa öyküler gibi var olan ve sonraları bilinçaltında ikamet edecek şeylerdir. Hayal ürünü varsa gerçek ürünü nedir? İşte bu ikisi arasında tanımlama yapmak soyut bir gerçeklik inşa eder. Kelimeler birer çiziktirme olmaktan çıkıp büsbütün kavramlar zincirini tanımlamaya başladığında imgelere yaklaşmak, onları tanımlamak sanırım biraz daha mümkün. Kurgu ve gerçekliğin arasında kelimeler bizi sahiden gerçeklerden uzaklaştıran küçük birer tuzak mıydı?


Dışarıda okuryazarlığın birazcık dışına çıkıldığında kelimeler “iki çift söz” söylemek olarak tanımlanır. Sözlü kültürde söz, toplumun arasında kablosuz bağlar gibi bağlıdır ve pragmatik olarak kavramlar şekillenir. Bir ağaç her zaman kesilecek bir ağaçtır. Bir balta da daima bir odunu keser. Kurgunun gerçeklik karşısında ön plana çıkma olasılığı azdır. Bir masal, öykü, hikâye anlatıldığında bile gerçek zamanlı, giderek kaybolan ve aynı hikâyenin bir daha tıpatıp işitilemeyeceği anlatılar, kurguyu gerçekliğin içerisinde eritir. Dinleyici, duyduklarını gerçek zamanlı anlar ve anlatanın bir ses sahibi olduğunu bilir. Kelime dediğimiz şey henüz gençtir söze göre, yeni bir teknolojidir. Zamanın sürekliliğine karşı kelime donuk, süreğen değildir. Fakat kelime bu zamanı dondurma özelliğiyle tüm kurgusallığı başlatan yegâne şeydir. Kelime, okuryazarlığın ve benliğin ortaya çıkışının da başat öğesidir. “İnsan okuryazarlık denilen ülkeye bir kez ayak bastı mı artık geriye dönemez.”*


Zaman, yaşam ve gerçeklik algıladığımız biçimde bize yorumlanacaksa onları göz ardı edip etmemek, kavramları üzerine düşünmek ya da düşünmemek bize yeni bir kavram alanı açacak mıdır bilinmez.

 


*Sanders, Barry (1994) Öküzün A’sı, İngilizce’den çev. Şehnaz Tahir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 14