Bozkırın ortasında, çayır çekirgeleri ve cırcır böcekleri sızlanırcasına ıssızlığa aitlik çığlıkları atıyorlar.

Önümdeki ateşi geçici olduğu belli, öfkeli rüzgâr delice savuruyor, ateş kaçıp gitmek için çırpınıyordu.

Ateşin üstünde kara isli demlik, içinde kaynayan suyun fokurtusu ve bozkırın amaçsız rüzgârına direniyor, görevini yerine getirmek için adeta başkaldırıyordu.

Durgun ve nemli gözlerimi, ovayı sarmış irili ufaklı dağlara diktim, dağların eteklerinde parıldayıp loşlaşan üç dört sarı ışık, yanı başımdaki ıssızlık yetmezmiş gibi uzaklarında kimsesizliğini anımsatıyordu bana.

Rüzgâr dindi, dolunay simasını gösterdi.

Ovayı derin bir ışık kapladı.

Savrulup duran otlar soluklandı, sivrisinekler vazifelerine döndü, ayağımın yanında kasılıp duran esmer tırtıl, ahenkle yoluna koyuldu.

Ateş yerini köze bıraktı, çayım demlendi.

Şimdi, bozkırın sessizliğine bir bardak demli çay ve akıl otumla dâhil oldum.

Çekirgeler, cırcır böcekleri, ateş, kara demlik, rüzgâr, uzaktaki ışıklar, otlar, esmer tırtıl, sivrisinekler ve tabii ay.

Tüm bu gözüme, kulağıma, tenime ve ruhuma dokunan ayrıntıların ben tam olarak neresindeyim?