Sonra eski kırgınlıklarım geldi aklıma, karanlıkta bir sigara yaktım sessizce. Karanlıktan epeydir korkuyordum, belki içimdeki ışığı henüz keşfetmemiş olduğumdandı bu yersiz korkum. Oysa biliyordum; soluk ay ışığı, beni hep ihtiyaç duyduğum anne sevgisiyle sarmış, döktüğüm kanları pıhtılaştırmıştı damarlarımda. Bir nefes daha çekip ciğerlerime, kurumuş dudaklarımdan dışarı üfledim grimsi dumanı. Kısık sesimle nereden geldiği belirsiz bir şarkı mırıldanmaya başladım. Geber, diyordu şarkıyı yazan. Keşke gebersem diye düşündüm bir an. Benim yerime onun gitmiş olması katlanılamazdı.


Yalnız bir kaldırımın kenarına oturup düşünüyorum; hayatımdan çıkardıklarımı, hayatımdan kendi istekleriyle çıkanları, hayatımdan çıkmasınlar diye uğraştıklarımı, elimi tutanları, elini bıraktıklarımı, elime eldivenle dokunanları...

Üzülmek anlamsız geliyor artık olup bitmiş şeylere. Tek başıma verdiğim savaşlarda kendimle omuz omuza savaşıyorum. Kendi savaşımda bir başkasını yenilgiye uğratıyorum hep. Bazen çok mutluyum, bazen üzülüyorum, bazen de öylesine hissizim ki kendimi doğruyorum bir şeyler hissedebildiğimi hatırlamak için. Bazen ağlıyorum, öylesine ağlıyorum ki barajları doldurabilirim; bazen gülüyorum, o kadar güzel gülüyorum ki yeni doğmuş bir bebek güzelliğime ağlıyor. Bazen duvardaki küçük çıkıntıları birleştiriyorum hayalimde; gözlerim kısık, bakışlarım suskun, öylece bakıyorum. Bakmak eylemini o kadar doğru yapıyorum ki bir daha kimse bana bakmak istemiyor. Susuyorum, dünya benimle susuyor; saatler bile tıkırdamıyor, duyduğum tek şey iblislerimin sesi oluyor.


Zehri içine çek ve dudaklarından dışarı üfle. Uzun zamandır yaptığım tek şey bu. İyileşmek çok vaktimi aldı, insanlarımı çaldı benden. Benliğimi unutturdu, şiyirlerimi (şiir değil) koparttı defterlerimden. Doğrusunun bu olduğunu söylediler hep. Standart, normal ve tekdüze bir hayatım olsun, kaldığım yerden devam edeyim istediler. Uydum onlara, belki de yıllar sonra ilk kez ikiletmeden sözlerini dinledim. İsimlendirdikleri tüm hastalıklarıma el koydular bir haciz memuru gibi.


Her yolu denedim, inan. Geceye sığındım; yorganımın sıcaklığına, sevgiliye sarılır gibi sığındım. Obsesif bir kişilik gibi temizledim aklımı, tüm sesleri susturdum. Geriye hiçlik kaldı. Saf, delirtici bir boşluk. Standart, normal ve tekdüze dedikleri hayatın bu olduğunu sandım. Var ettiğim her ironinin içinde boğuldum ben, uyumlarımdan doğdum tekrar. Kendime yalanlar söyledim, hiç ağlamadım. Yalancı gülümsemeler sundum insanlara, hâlâ kendine insan diyen yaratıklara. Yalnızlığımın içinde kavrulurken iblislerimi yine tek başıma kovaladım. Kollarımı birbirine bağladım ve asla gelmeyecek birini bekledim epeyce.


Sonunda -tam da istedikleri gibi- yorgun, sinirli ve sekiz yıl daha yaşlıyım. Boşluktayım sanki. Kime, neye ait olduğu belirsiz bir tüy gibi havada asılı kalmışım. Beni aşağı çeken bir kuvvet olmadığı gibi yukarı iten bir kuvvet de yok. İlahi bir güç bana dokunsun, yolumu aydınlatsın da harekete geçeyim diye bekliyorum. Bekliyorum çünkü bekle diyorlar.