... ve kendin oldukça daha çok yabancılaştığın sessizlik başlar.


güzel sözler, içinde bulunduğun anı geçiştirebildiğin cümleler, karşındakinin anlayabileceği kadarını vermenin seni hem mutlu hem eksik hissettirdiği gereksiz ama mecbur konuşmalar, daha az, daha sade bir hayat arzularken daha çok anlatıp daha çok saçmaladığın her saniye sadeliği yakaladığında aklına keskin bir sancı saplanmasına neden olurken;


yanına yaklaşan herkesi,

değer biçilemeyecek kadar önemsiz

derdini anlatamayacak kadar mutsuz

ve cesaret edilemeyecek gerçeklerle tanıştırırken...


daha çok yabancılaştığın sessizlik başlar.


yabanileştiğin, sadece istediğini almak için hikayeler ürettiğin, allayıp pullayıp piyasaya saldığın sahte ama şehvetli diyaloglar kurguladığın, yine de diline tatlı gelen, damağını uyuşturan, sonunda yine en sadece olan suya muhtaç kaldığın ölüm kokusunda bahaneler aklını sararken...


yanına yaklaşan herkesi,

cümle içinde kullanılmayacak kadar sebepsiz

utanılmayacak kadar ruhsuz

ve cesaret edilemeyecek gerçeklerle tanıştırırken...


daha çok yabancılaştığın sessizlik başlar.


daha çok insan kandırdığın, daha çok kandırabilmek için daha çok yalanla boyadığın, el yapımı anılar bıraktığın arkanda ve bunlar öğrenildiğinde daha çok kaçtığın, kaçtığını sandığın akıl oyunları birikirken...


yanına yaklaşan herkesi,

ardında iz bırakmayacak kadar kimliksiz

ömür boyu hatırlanacak kadar huzursuz

ne gözle ne akılla çözülemeyecek kadar renksiz

ve cesaret edilemeyecek gerçeklerle tanıştırırken...


Kendine daha çok yabancılaştığın sessizlik başlar...


14 Kasım 2011 / 10.20