Korkularımızdan kaçabildiğimizde, yok, hayır, tam anlamıyla kurtulabildiğimizde, sahiden özgürlüğü yakalamış olur muyuz? Bir insanın kendisini bulması, kendisiyle eşsiz buluşması ve tabii ki aidiyet hissi…Çünkü insan, aslında gittiği her yere kendisini de götürdüğü için, emanet gibi hissetmediği, kendisi gibi olabildiği yerde özgürdür bence. Hatta ne demiş Epiktetos; “Kendisinin efendisi olmayan hiç kimse özgür değildir”. Sırf bu sözün taşıdığı anlam yükünde bile insan bazen kendisiyle olan karmaşayı sorgulayabiliyor. Kendimize kattığımız her şey veya kendimizden birer birer gidenler…Hiçbir şeyin belki de o kadar da anlam ifade etmediği ama anlamında bulduğu huzur misali teslimiyete adanmışlık var burada. Şimdi kelepçelerden, çerçevelerden ve o sınırlardan kurtulmanın vakti gelmedi mi sence de? Yani, zaten en önemlisi de kendi olma direnişini gösterebilmek değil mi? O yüzden korkuların tutsağında kaybolmaktansa, kendi derin evrenimde hayallerimi yaşatmaya adım atıyorum. Bir şey denemek, adım atmak ve yapmak…Öylece durup hiçbir şey yapmamaktan ya da yalnızca beklemekten, evet, kat ve kat değerli işte. Sen peki? Hayallerini yaşatmak için ne yapıyorsun?
Acele etmene gerek yok, zamanla yarışmaya da gerek yok. Zaten kendini bulmak için çabaladığında, aslında zamanın seninle yarıştığını göreceksin. Kapılıp gittiğin belirsizliklerle dolu beklentilerin ardından, bir sabah gökyüzünde gördüğün güzel manzara gibi ışıklara kavuşacaksın bu defa. Yalnızca adım atmaktan da öte, bu sefer gösterdiğin çırpınıştan sonra yaşadığını hissettiğin ve kelebeğin bir ömür misali ama belki de en renkli haliyle yaşadığın gün kadar kıymetli olacak ömrün. O halde sen de var mısın kendinle yaşamaya?