Piyan bitkisini daha önce duymayanlar için hemen söylemekte fayda var. Piyan, nesli tükenmekte olan endemik bir bitkiymiş. Derginin genel yayın yönetmeni A. Ali Öncel dergiyi şu şekilde tanımlıyor: “Biraz piyan, biraz da ketebeyiz. Sosyal olaylardan kopamayan, toprağını seven piyan gibi. Piyan, ömrünün son demlerini yaşayan endemik bir bitki. Hem bir farkındalık oluşturmak hem de sokakta oynayan son nesil olarak tanımlanan 90'lar jenerasyonu olarak tükenmeye yüz tutmuş samimiyetimizi vurgulamak istedik. Lakin bir yanımız hep “Ketebe”ydi, yani edebiyattı. Bu sebeple bizim dergimizde “ketebe” de olmalıydı “piyan” da. Ama asıl çıkış gayemiz insanların yüzünde biraz olsun tebessüm bırakabilmek.”

 

Konya merkezli derginin bu ayki dosya konusu İran’ın en önemi figürlerinden ve seslerinden biri olan Muhammed Rıza Şeceryan. Şeceryan sadece bir ses sanatçısı değil bestekar, hattat ve İran’a özgü birçok enstrümanın da mucidiymiş aynı zamanda. İrem Ahıskalı İran toplumunun hafızası olarak nitelendirdiği yazısında, “Büyük bir yeteneğe sahip olmasının yanında İran halkı için taşıdığı anlamlardan da kaynaklıydı. Faaliyet gösterdiği dönemlerde zuhur eden pek çok siyasi ve sosyal olayda tarafını halktan yana belirlemiş ve sanatını da her daim halkı için yapmaya ihtimam göstermiş olması, kendisinin de var olduğu topraklarda onu kıymetlendirmiş ve İran halkının kalbinde ve hafızasındaki yerini daimileştirmiştir.” ifadelerine yer vermiş.


Danial Moazani "Doğu Kadar Geniş Bir Ses Olan Mohammad Reza Shajarian" başlıklı yazısında Şeceryan’ın yaşam öyküsünü anlatmış: “23 Eylül 1940’ta İran’ın Meşhed şehrinde doğdu. Küçük yaşlardan itibaren Kuran okuyan babasıyla ses talimine başladı ve genç yaşta Taj Esfahani ve Abdullah Davami gibi klasik İran şarkı pedagoglarının vesayetinde ileri vokal ve Radif tekniklerini öğrendi… 1999’da Fransa’da UNESCO ona Picasso Ödülü’nü ve 2006’da da UNESCO Mozart Madalyası’nı takdim etti. Los Angeles Times, 2017’de onu ‘İran klasik müziğinin yaşayan en büyük üstadı’ olarak gösterdi”


Dosya kapsamında bir de Emre Yücelen ile bir söyleşi yapılmış. Emre Yücelen Youtube kanalında sanatçılarla ilgili ses analizleri yapan bir müzisyen. Şeceryan’ın ses analizini merak edenler Youtube kanalından ilgili videoya ulaşabilirler. “İran’ın geleneksel müziğinin en önemli yorumcusu. Tüm İran’da çok sevilen ve saygı gören bir üstat. Aslında benim maceram henüz kısa süreli. İran’a gittikten sonra bunun farkına vardığım bir süreç. Çok fazla şarkıcıyı etkilemiş Şeceryan. Ondan sonra bir çok önemli şarkıcı onun okuma stilini kullanmış. Geleneksel müziği modern çizgilere ilk taşıyan kişi kendisi. Oğlu da bunu devam ettiren çok değerli bir şarkıcı. Ölümsüzler bu anlamda.” Emre YÜCELEN



Bunun dışında öykü ve denemeleriyle: Danial MOAZENİ, Mustafa UÇURUM, Özay ERDEM, A. Ali ÖNCEL, Eyüp KURT, Yusuf Can ÇAKIR, Ömür Yaşar KONDEL, Ömer Rahmi SERİM, Galip ÇAĞ, Eda TÜLÜCE, İrem AHISKALI, Bilal AYDIN, Abdullah Bahadır ÖRS, Ahmet KARAAHMETOĞLU, Zeynep ODABAŞ;


Ömer Faruk BURAK, Alperen GÜLCE, Şeyma Nur YILMAZ, Fatma ÇİFTÇİ, Hasan Can AHİOĞLU, Mehmet Ali ÖNER, Ferhat NİTİN, Mustafa Yasin ARAT, Osman AKYOL, Sinem Yağmur KARAAĞAÇ, Ekrem AKGÜN, Ayşegül ÜNAL, Nazire AKTAŞ, İrem Gül YILMAZ, Elmas SAĞLAM” isimleri ise şiirleri ile derginin 21. sayısında yer aldı.

 

İrem Ahıskalı; Aida Begic’in 2008 yapımı ilk uzun metrajlı filmi Snijeg (Kar) filmini değerlendirmiş: “Kıyamet sonrası Bosna-Hersek’in gerçekliğini ajite etmeden en güzel şekilde ortaya koyan filmdir bana göre. Film boyunca Bosna savaşını yaşamış, inançlı, güçlü, çalışkan ve her daim ümitvar bir kadın yönetmenin izlerini görürüz. Begić’in kendi ve halkının inancı üzerinden ördüğü filmde sene 1997’dir. Bosna savaşı sona ermiş fakat savaşın izleri, alıp götürdükleri daim kalmıştır. Slavno adlı savaşta zarar görmüş bir köyde erkeklerini kaybeden bir grup kadının, hayatta kalmanın kaçınılmaz gereklerini yerine getirdiği bir hikâyedir bu.”

 

Ölüm ve sevgi temalarını işlediği yazısında Ömür Yaşar KONDEL: “İlkin akla gelip muhatap bulamayan musibet daha sonra başa geliyor olamaz mı?” diye soruyor


Mustafa Uçurum Kudüs sevgisiyle hatırladığımız merhum Nuri Pakdil’i yâd etmiş: “Yaşamayı kayıt altına alarak yaşadı hep. Günlükleri üzgünlük değil sürgünlüktü bu köhne çağdan kalbimizin dirildiği vakitlere doğru ilerleyen. Pusulası tam da kalbinin hizasında idi. Ayaklarındaki Kudüs gücünü berkiterek alnımızın çatına bizi savundu yine bize karşı. Dünyayı hizaya çekmeye çalıştı dünyanın düzenine karşı.”



Eda Tülüce 3/A sınıfından kalan hatıralarını paylaşıyor okurla. “Bu sefer başka bir yaz olacak' dedik hep birlikte, karar alınmış, hısım akrabadan Niyazi amcalarla beraber Sivas’a babamın yanına yolculuğa çıkıyorduk. Babam, arılara olan düşkünlüğü bir yana o yıllarda meslek olarak bu işle uğraşıyordu. 1 Ağustos (1999) günü çattı geldi yola başladık. O esnada çok heyecanlı bir duyguyu kalbimle buluşturuyordum 'yola çıkmak' yeni mekânlar, yeni insanlar, yeni yüzler, hepsi yepisyeniydi.”


 


Şiir Alıntıları


Oysa ben gökyüzünde uçuşan uçurtmalar hayal etmiştim çocukluğumda

Ben ne ara şiirler yazacak kadar acı biriktirdim

İdam ipindeki bir mahkûmun umuduna eşlik etmek gibi bir şey

Her gece kahrolası bu gezegende karanlıkla dertleşmek

Ve hiçbir sevgiyi alamamak koynuna ve de yatağına, yalnızlıktan geberirken / Ayşegül ÜNAL



dağın damarlarındaki çağrıyla şahit kılınıyor

aşılması gerektiği bildiriliyordu bir dağın

utbelerin dilindeki sarp yokuşlar çıkılmak içindi

ve çıkılınca bir cumadan yokuşlar değil hoş geldin faizleriyle karşılanırdık

fakat hala anlamadığım

düşük faizli krediye nasıl bir ödeme kolaylığı / Mustafa Yasin ARAT


 

İpe birlerken gözyaşı tanelerini

Ol dedi Aşkın Çalab’ı

Rahme üfl endi yakarışlar

Ürperdi siyah ben, korktu beyaz ben.

Ört beni diyen Sevgili’nin, Kübra’sı

Beni de ört üşüyorum, çok üşüyorum. / Sinem Yağmur KARAAĞAÇ

 

 

Dönüyor kronometre, çıldırmış bu sayaç

Vakit yok mucize gerek, bir Burak ve miraç

Başlama noktası bu, geri kalan merkezkaç

Devler çimleri sarmış, kafalar dolu sütlaç / Alperen Gülce’nin bu şiirinde bir tek benim mi aklıma rapçi Fuat geldi merak ediyorum.


 

Mamur gece sepelesin

göz altımdan kaçıyor karanlıklar.

Tozlu, kırılgan sofraya otururken

Kim bilir;

gözlerinden kaç mevsim kaçırdı / Ömer Faruk BURA


 

 

Öykü Alıntıları:


“Cenazenin önünde ellerini karnında birleştirmiş ağlıyordu. Tabutun içinde yatan adamın milyarlarca insandan sıyrılıp yalnız ölmesine ağlıyordu. Bir gün tek başına öleceği güne ağlıyordu. Cevdet, hocanın yüzündeki şaşkınlığı daha ilk dakikadan görmüştü; Kimsesiz adamın cenazesinin bu kadar kalabalık olacağına ihtimal vermiyordu.” Yusuf Can ÇAKIR

 

“Körduman tepesinden görünen muhtarın, anlamak için birbirimize bakacağımız konuları anlatmaya geldiğini hepimiz korku içinde beklemeye başladık. Gün dönümünde yapraklarını döken ağaçlardan hallice işimizi aksatmadan kendi köşelerimize dağıldık. Yalnız Yunus dede bahçenin dağınık haline çeki düzen vermek için kapıya doğru yöneldi. Her zaman ki kadirşinas haliyle muhtarı karşıladı. Muhtarın elini sıkmadan Sevcihan nineye soğuk ayran hazırlamasını söyledi.” / Eyüp KURT

 

“Eve geldiğinde çantasını boşalttı önce. Kitaplarını koltuğun kenarına, kalemleri ile defterini de masasına bıraktı. Üzerini çıkarıp salona geçerken duvar boyu dizilmiş kütüphanesine yan gözle bakarak gülümsedi. “Ne yaptın oğlum bugün, kitapçıda mıydın yine?” diye seslendi annesi mutfaktan. Belli ki yemek yapıyordu zira evin içinde ağır bir sarımsak kokusu vardı. “Evet, evet” diye tekrarladı sadece.” / Galip ÇAĞ

 

“O gün Mecaz Kafe’de iki saatten fazla oturduk Tufan’la. Gözleri fotoğraftakinden daha güzeldi. Sesi yabancı filmlerde başrole dublaj yapabilecek kadar etkileyiciydi. ‘Ben seni bulana kadar bir sürü yanlış kapı dolaştım. Sürümümün en gelişmiş haliyim,’ dedi. Gülümsedim. Görüşmelerimiz bu şekilde bir ay boyunca devam etti. Buluşma yerimiz hep aynı kafe oldu. Arkadaş gibi davranıyordum ona. Biraz çocuksu buluyordum davranışlarını. O ise buna aldırmıyor, aklına geleni söylüyordu. Coğrafya öğretmeniydi kendisi ve akademik bilgisini benim için suiistimal ediyordu. Bütün yeryüzü şekillerine, karstik ovalara ve platolara senin adını yazacağım Asu! Kümülüs bulutlarını toplayıp pamuk şeker sosuna batırdıktan sonra sana ikram edeceğim…” / Özay ERDEM

 

“Mektup bitince bir an sessizlik oldu. Cemile yüreğini bir el sarmış da sıkıyormuş gibi hisseti. Hızlıca merdivenlere yönelip yukarı çıktı. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Sesi çıkmasın diye elini ağzına kapattı. İçinde biriken tüm hisler artık sığamaz olmuştu yüreğine. Kapıyı kapatıp içindeki acıyı gözyaşlarıyla akıtmaya devam etti. Mektubu düşündü, bütün cümleleri aklına getirmeye çalıştı. Ahmet kendisini hiç sormamıştı. Ama ama ahaliye selam demişti ya ona da selam göndermişti işte.” / Zeynep ODABAŞ





Hazırlayan: Rıdvan Temiz