Hayat dediğimiz dert yolunda yediğim onca silleden nasıl çıktığımı söyleteceğim kalemime. Üç sene önce bugün kalbimle birlikte kırılan kemiklerimi anlatacağım satırlarımı merakla süzen gözlerinize. Alıp da veremediğim o çok derin nefesin hesabını vereceğim sizlere.


Üç sene önce bugün çektiğim acıdan kurtulmak için babama beni öldürmesini söyledim. Babamın beni öldürmesi iyileştirmesi demekti. O, iyileştirmeyi yaşatmak sandığından bütün gece başımda dolanıp durdu. Beni bu hâle soktuğundan habersiz gibi çırpındı benim için. Ben de babamın sorumlu olduğunu ona anlatmak için bütün sorumluluğu yükledim küçücük gövdeme. Her gece o uyuduğunda oturduğum küpeşteyi aşağısından görmesini sağladım. Bu sefer o küpeşteden ayaklarımı sallandırıp duyulmayacak şiirler okumamıştım, kendimi salıvermiştim annemin fesleğenler dizdiği pencere kenarından. Ben şakayık gibiymişim, meğer hemen kırılır, küsermişim; soğuk betonda gölgemi görünce anladım. Topluklarım parçalanınca gördüm, annemin çiçekli pencere kenarları kadar güzel değilmiş aşağısı.


Düştüğüm betonda birileri sesimi duyana kadar oyunlar bile oynadım, çocukluğumu taşırdım bir daha iyileşmeyecek olan yaralı bacaklarımdan. Aklımı şaşırdım; o betonlar ıslak gibi içine çekti beni, üzerimde dondu. Başımda kalabalığı görene dek yeniden bir bahçe kurdum betonların içine.


O gece uyuyamadığım uykumdan attım kendimi evimin arka bahçesine. Gözlerimi açmaya bir adım attım sanki aynı bahçede. Sanki her şey bir rüya, ben babamın döşediği kilit taşlarının ters döşenmiş tarafına basmış kanatmıştım dizlerimi. Tek sorumluluğu buydu babamın. Meğer rüya değilmiş tüm bunlar…


Düştüğüm yerde başıma toplanan kalabalığın içinde oynadığım oyunları, toprağını değiştirdiğim çiçekleri gördüm. Daha neler gördüm, neler! Oyunlarımdan, çiçeklerimden haberi olmayan kadınların beni görünce bağırmaya başladığını gördüm. Aynı kalabalıkta canımdan bir parça gördüm; kardeşim… Onun, o küçücük yüreğinin pır pır edişini dahi duydum onca sesin içinde. Ellerini dizlerine nasıl vurduğunu, adım atmaya mecali yokken beni nasıl sırtlandığını da dün gibi hatırlıyorum. Dişlerimi sıktım mı, hatırlamıyorum. Omurgamın nasıl sağlam durduğunu hiç silmedim hatırımdan. Babamın kulağıma eğilip “Kızım niye yaptın?’’ derken, sorduğu sorunun cevabını çok iyi bildiğini de hatırlıyorum gözlerindeki çaresizlikten. Bir cümle kuruyorum dilime en basit gelen kelimelerden: “Baba ben yapmadım ki…’’ Sürekli nereye koyacağımızı bilemediğimiz o eki anlamasını istiyorum babamdan. Babam o gün bugündür ki hâlâ anlamıyor. Ben babama söylediklerimin sonuna “ki”leri koymuyorum. Bu eki nereye koyacağımı hâlâ bilmiyorum bel-ki ama nereye koymayacağımı artık biliyorum.