“O kadar mutluyum ki bugün senin adına, ikimiz adına. Yeni iş gününde, yeni iş yerinde yanındayım sevgilim. Sen inancını yitirmiş bir adama sevgini verdin, kalbini verdin ve her şeyden önce aşk verdin. Yeni işin sana güzellikler ile gelsin, hayatımdaki güzellik...”
Soğuk, gri ve çok katlı yekün bir devlet dairesi olan o şehirden kaçarak gitmiştim. Güzel kaçtığımı söylemiş miydim? Her kaldırımı, her ağacı, her binası size onu hatırlatan bir yerden ancak kaçarak gidebilirsiniz, öncesinde ne kadar renkli göründüğünü düşünmeksizin. Sokaklar artık size demir parmaklık gibi gelmeye başladığı an artık vaktinizin geldiğini anlarsınız esasında. Zor bulup kolay kaybetmek nasıl da insana özgü. Yıllar ve karakterlerin iç içe geçtiği öyküler vardır, sen nokta koyarsın, onun elinde silgi, virgüle çevirir. O nokta koyar senin elinde silgi, virgüle çevirisin. Kimsenin ne devam etmeye, ne de bitirmeye cesaretinin olmadığı öyküler.
Bitti, dedim bir yaz günü. Artık bitmeliydi, insan kendi sebep olduğu bir belirsizliğe daha ne kadar dayanabilirdi ki? İşte bu, işte oluyor dedim kendi kendime. Yirmiydim onu tanıdığımda, yirmi yedimde özgür oluyorum dedim. Hem şanslıydım, kulübe de üye olamamıştım.
Özgürlüğü, bir başkasının prangalarımı çözmesi zannetmem yanılgılarımın en büyüğü oldu. Prangalar zihinimde ve sanırım uzun zamandır anahtarların yerini bulamıyorum. Birkaç kez yardım istemedim değil insanlardan. Biri buldu, “anahtar burada, anahtar burada” dedi suyun kaldırma kuvvetini bulmuş gibi. Halbuki pranga üstüne pranga vurduğumu hiç fark etmedi. Prangalarımdan biri paslı, biri yeni hepsi benim eserim, hepsi benim kilidim. Sanırım her ikisini de çözmek için çok geç.
O kadar mutluydum ki o şehirden kaçtığımda, yepyeni bir sayfa, yepyeni bir umut, yepyeni bir dünya.…
Ne şehre geri döneceğimin farkındaydım ne de onun bana. Şehre döndüm, ona dönemedim. Neticede prangaları vuran bizleriz.