Düşün, şu an bir metro istasyonundasın. Etrafında onlarca insan, hepsi bir yerlere yetişme telaşı içinde. Köşede yere oturmuş mızıka çalan çocuk, bankların yanına kıvrılmış uyuyan bir evsiz, ellerinde çiçekleriyle gelecek metroyu bekleyen bir genç. Peki tüm bu insanlar hakkında ne biliyorsun? Onların kim olduğunu biliyor musun? O gencin çiçekleri kime götürdüğünü, evsiz adamın nasıl bu hale geldiğini veya mızıka çalan çocuğun ailesini? Bunları bilmiyorsun, muhtemelen bilemeyeceksin de.
Şimdi metro geliyor, içeri geçiyorsun. İçeride onlarca insan var; kim olduğunu bilmediğin, sadece tahminler yürüttüğün insanlar. Hepsi aynı fabrikadan çıkmış gibi duran bir yığın insan. Birkaç kişi ise kendini belli ediyor, ayırıyor kendini o kalabalıktan. Ben onlardan değilim diyor. Ve siz onları garipsiyorsunuz, küçümsüyorsunuz, alaycı gözlerle bakıyorsunuz.
Sen ve diğerleri, sizin onlara baktığınız gibi kimse size bakmasın istiyorsunuz. Bu yüzden hepiniz o maskelerinizin arkasına sığınıyorsunuz. Oysa sen, içten içe kendin olamamanın acısını çekerken onlar kadar özgür olmak istiyorsun. Kimseyi umursamayacak kadar cesur olsaydın kesinlikle kendin gibi davranırdın. Tüm yol boyunca bunu düşünüyorsun.
Eve geliyorsun. Ve fark ediyorsun ki dışarıda iken senin de o fabrikadan çıkmış, sanki seri üretim gibi görünen insanlardan bir farkın yok. Ama şimdi evindesin, yalnızsın. Şimdi kendin olabilirsin. Öyleyse kimse bakmıyorken sen kimsin?