-Eşik-


Bunca zaman göğsümde taptaze kalan

Çiğ, ıslak çarşafların sarıldığı

Bir yangın, bir kırgınlıkla sürüyor zaman

Ancak bu utancıdır kuru mendillerin

Hikaye bir yarayla başlar


-Yuvadan Kovuluş-


Yara saklanmışsa eğer kirli bir çepere

Duyulmaz olur gecekonduların avuntusu

Yara tek bir uğultuyla titretir insanı

İkiyüzlü hislerle sunar yüreğe

Ruh üstüne serilmiş kırçıl etten yoksulu

Karşılığında ikilemler ve düşler alır

Söker alır, itiraz kabul etmez

Öyle ki kimsenin buna takati kalmamıştır

Bense kıyısındayım bu sefil pazarlığın

Tenim mermiler doğurmakta gün boyu

Vakur başım bulutların sırtını okşamakta

Kanatlarım ıslıkla bezeli rüzgar renginde

Temizim çünkü payıma düşen kovulmaktır

Adına dünya denen şu düşkünler evinde

Dönüşü yok artık ufkum sararken

Ve sarsarken yıllanmış tel örgüleri

Dönüşü yok, bu yolculuk sona ermelidir

Yoksa

Tutuşabilirim uğruna sessiz bir sabahın

Kanatlarım nasırlı tümseklerden kaçıp

Mavi tülbentler sunabilir ıslaklığa

Beni kibirle sarmalayan ıslaklığa

Böylece sinemde taptaze kalan yangın

Barınamaz, yıpranır ve solardı sonra

Bir ekmek kavgası başlardı gözlerimde


-Ekmek Kırıntıları-


Mesaisi ağır gecelerden yorgun ellerde

Parmaklıklar ve sürülmüş seslerin içinde

Bir kavganın ayak sesleridir ekmek

Ki bölünen uykuların balçıklı yüzü

Hatırlatır her işçiye geçim kaygısını

Ve yokluk sancısı tırmalar çocuk yerlerini

Çocuk, kireç odaların yeşerttiği

Makine dişlileri, zabıtalar ve sirenlerle

Yıpranan çocuk enkazıdır dünyanın

Gres yağıyla tepeden tırnağa kirlettiği

Haber bülteninden uzak

Issız ve belki hayırsız

Gazetelerde mürekkebin bittiği yerde

Ben bu kamburun en işlek yerinde

Topukların saltanatında kırıntı ararım

Bilirim uğramaz parklara zabıtalar

Pörsümüş avuçların gölgesinde

Bir kavganın ardında kalanları çalarım

Aynı güneşi solumaktan kararan tenim

Öğretir her başa düşen yarım ekmeğin tadını

Ve korkusunu heder olmanın hiç uğruna

Bana bu yeryüzünü terk ettirir


-Güneşe Varış-


Terk etmek tek çıkar yolsa

Yürek yıpratan bir tokadın insafı

Kapıya dayanmış tüfeğin vicdanı kadar

Kesin ve kimsesizdir veda

Biraz kırsal, biraz yavan ve bolca sessizlik

Erzaktır vazgeçmekle bir olan yolculuğa

Hem nedir geriye kalan

Desem ki

Bir baba emeği fotoğrafa sarılmış

Kül basılmış ana göğsü morarmış

Gazeteler ölüm ilânlarından ibaret

Devrilmiş makam, aç gözlü mazgal

Döndürebilir mi geriye sökülmüş bir çift gözü

Öyleyse ben ter ve ise bulanmış tek bir kanat olarak

En gösterişli vedamı etmeliyim

Güneş de olsa hedef

Son lütuf pişmanlıksa eğer

Yangın tazecik bir mabet gibi

Göğsümde kalacaktır


-Kırlangıçtan Rica-


Beni dinle ve seyret

Ölüm ardında yeni yükler bırakır

Yürü kanla biçilmiş bir yağmura karşı 

Yürü terk edilmiş kursakları yanında götür

Ve unutma kırlangıç hep bekleyecek

Döndüğün gün göğsümdeki yangını söndür

Beni anla, affetme

Gökyüzüne bahşet