Geç kalınmış işler, bekleniyorsun. Telefonda çalınan zil sinirle aranıyorsun. Şimdi sen yolcusun denizcim, Jack beni dinler. Rahatsız koltuğuna gömülmüş saatlerin akmasını izlemek istemediğin için gözlerinin kapalı, arada aralanıp camdan dışarı bakınıyorsun. Bilinmezlik önüne serilmiş bebeğim, sen hep bunu arıyorsun. Hane uzakta bir limanın feneri var ya, nöbet tutan adam sarhoş ve yorgundur ya, dalgaların içinden çıkan sen, evet sen; kraker ile dövüşmüş, biraz yaralısın, yalnız ve soğuk okyanusta yıldızları izlemişsin ve kaybolduğun vakit olmayan topraklarda bir şey hissetmek için demir atmak istemişsin, o sarhoşun neşesine içmek, kendini aramak niyetin. Anlıyorum bebeğim, sür gemini ve şarkını söyle!


Sen küçük oynamazsın. Büyüktür adımların. Depremi gözler anıların; yokluğun içinde kaybolmak yarının kaygılarında sürünmekten iyidir, bunu söyleyen Noel Baba değil sensin. Sırtında kahkaha taşıyacak gücün yok, biraz kambur biraz şişman sanırsın kendini. Yalnız, çayın soğuk ve umutlusun hane. Bilirim. Elini tutuğumda yanındaydım.


Şimdi sen yolcusun ve yalnızlık göbeğinde sıkışmış, biraz gazlı, biraz da kendine buyruk; her şey düzelecek diyen sese kulakların kapalı belki, birazcık umudun var yarına öldürmekten çekindiğin. Sakına ha bebeğim, bırak ve özgür kalsın ufaklık. Yalnızlığın devdir senin bilirim. Bana tanıştığımız gecesinde söylediğin kelimeler aklımda hala, nankör sayma beni, herkes yalnızdır sonuçta diyen seni beklerim.


Gözünün gördüğü tüm ışıklar yıldız gibi parlar ve sen onların yalancı olduğunu bilirsin. Şoför uykuludur belki, yanındaki teyze horlar, biraz esiyordur içerisi, koridorda sana yaklaşan keke hayır demek seni daha güzel yapacağını düşünmek hata değildir sanki, dimi bebeğim. Dolu kaygı. Hepsi avuçlarında. Sıktıkça akıyor iğrenç iğrenç ve sen avucunu açıp gitmesine izin vermekten korkuyorsun.


Ah ne hüzünlü sözler bunlar bebeğim, aldırma bana. Sen uzakta yol alırken, koltuğunda uyumakta zorlanırken benim rahatlığım vicdan yapar işte. Bulutlar yıldızları gizlemiş, biraz korkmandan korkarım ama korkmana sarılmak da isterim, beni itme olur mu.


Yarın benim için aynı gün, senin için ise farklı bir yer; güneş daha canlı hane, etrafta insanlar daha güzel belki, kıtayı döven suları var, biraz tuz kokar biraz da özgürlük. İçinde olduğun insanların kahkahası ve görüldüğün bir yerde yaptığın şeyler var, korkma atıl içine bebeğim, biraz gül biraz da ye, fazla ye hatta, az ye, korku üstüne geldiğinde gözlerini kapamamaya çalış olur mu.


Bir şey söylüyor hayat ve ben onu ıskalamaktan korkuyorum. Diğerleri daha bir hayat dolu, kaygılarından arınmış nefes almayı bilenler ordusu gibi yürüye dursun ben niye düşüncelerimde takılı kalıyorum. Bu soru çok tanıdık dimi denizci.


Sana dolu şeyler yazabilirim. Bunu yapman da sorun yok, onu yapman da çokluk yok, falan filan. Benim kelimelerim çok, hislerim daha da kabarıktır, konuştukça susmam, ağzımda su bitsin ben kapanmam. Ama sen yaşayarak öğreneceksin, ben de öyle; ne hissediyorsan hisset denizci, tüm korkuların yalnız, sevincin alınmış, yoklar, onlar senin ve kocaman bir gemin var huzura demir atmaktan çok okyanusları arşınlayan. Ağzında unutulmuş yabancı bir şarkı, onları duymak ise benim cennetim. Yanımda anlatacağım hikayeleri bekleyen ben varım, her zaman...


Şimdi sen gidiyorsun uzaklara. Ben demir atmışken sen şarkılarınla açılıyorsun. Kırmızı bir flamam var benim, tanırsın sen. Korkma bırakmam, döndüğünde uzaklaşmam. Anlarsın beni, biliyorum.


Her gece şarkı söylemeye devam edeceğim. Sabah uyandığında sessizliğe mahkum kalmanı istemem. Biraz geveze ve biraz da ben işte. Ne sinir bozucu.


Dikkatli ol denizcim. Arkadan hayır dualarım var, tanrıyı öldürdüm belki ama sana inanırım. Şarkını ne olursa olsun, azgın dalgalar, dişli fırtınalar ve uçsuz bucaksız zamanlarda bile söyle, ben söyleyeceğim, bana sen öğrettin, şimdi sıra sende. Uç ve ben de biraz gözlerimi ıslatim ufukta parlayan flamanla.