Kış arabası, alakasız, yanaştı kaldırıma, paralel.

Kaldırım gri-pembe. Kim seçiyor kaldırım taşlarının rengini? Kim kaldırıyor bu taşları? Kim aldırıyor kendi yanından başkasının yanına? Kimlerin babaları ve kimlerin evlatları döşüyor ayaklarımın altına?


Gece soğuğunda inmesi gereken en az 2 kişi vardı. En fazla 3 kişi.

Yarı uykulu biri var, gözlerinden anlamamak aptallık olur. Bir diğeri de onunla ilgilenecek gibi bir beden dilinde. Kavgasız bir gece, gülümsemek mümkündür. Uyuklayanın boynundaki atkı da kaldırımdaki renklerle aynı renkteymiş, pek tesadüf.


İkisi indi yavaş ve tedirgin hareketlerle sol taraftaki arka kapıdan, çok riskli. Sağdan inselerdi ya.

Belki de güvende kalmak istemiyordu uykulu olan küçüğü. "Çok riskli" gibi birbirinden farklı iki sessiz harfin yan yana geldiği cümleleri tekerleme, henüz arabada oturan göbeklinin parmaklarının arasında tüten çubuğu şekerleme, ölüme koca kayalar üzerinden takla attırmayı oyun, kendi gövdesinin sol tarafının içinde atan yumruyu oyuncak sanıyordu. Belli ki yıllarca bu sanrısı sürecekti ve yıllar sonra biraz bıyığı sakalı olan adamlara pamuktan tepsi içerisinde sunacaktı bu oyuncağımsı ritmik parçayı. Kendisi kullanmadığından değil de yazlıkları olmadığından. Bu adamlar da gönüllülük esasıyla alıp avuçlarında stres topundan hallice aynı ritimde sıkıp bırakacaklardı oyuncağı. Uykulu küçük, bunu da sevgi sanacaktı. Üzücü.


Aslında bu ikilinin vücutlarının iklimi, insandan daha çok yavru kediye benziyordu.

Titreyerek ve kafalarını adeta omuz aralarında saklayarak yürümeye çalıştıklarından kediye benzemeleri belki de çok doğal. Doğanın öteki yüzü, sadece insanları ısıtmaz kederle. Dönme dolap kadar soğuktur evlerindeki ketçap mayonez barındırmayan buzdolaplarının içi.