Top iki kez sekti. Uzaydan fırlamıştı ve hemen yanımızdaki komşunun bahçesine düşmüştü. Aynı noktaya ikinci düşüşünde sebep olduğu oyuğa gömüldü. Şaşırmıştık doğrusu, mahallemizde duyulmuş olay değildi. Ben ve çocuklarım sokağa çıktık. Diğer komşularımız da evlerinden çıkıyor, endişe içinde topa yaklaşıyorlardı. Heyecanlı adımlarının arasında olayı birbirlerine anlatarak gerçekliği teyit etmeye çalışıyorlardı. Düpedüz bir gerçek vardı, o da bunun bir top olduğuydu. Ve uzaydan gelmişti, evet büyük kızım görmüş, dört yaşında. Ve bana ‘’Anne uzaydan top düştü’’ dedi. Ben ona inanırım, çünkü o asla yalan söylemez. Yaşına göre aklı büyüktür, olayları çok çabuk kavrar ve yetişkin birinden daha iyi analizler yaparak mantıklı çıkarımlarda bulunur. Şimdilik bunu sadece ben ve kızım biliyorduk bir de o sırada kucağımda olan iki yaşındaki kızım, ama onun anlayabildiğini sanmıyorum, annesini emiyordu. Büyük kızım ve ben gökyüzüne bakıyorduk, diğer komşular topun evden çıktığına inanıyordu ve gözlerini oraya kitlemişlerdi, kimsenin aklına yerdeki oyuğun nasıl oluşabileceği gelmemişti, fizik kanunlarını hiç bilmiyor gibiydiler. Bahçelerimizi ayıran çitin yanına geldiğimizde durduk, topa en yakın biz olmalıydık. Top, kahve tonlarında pastel bir renkti. Bir demir kadar sert, bir kedi kadar da okşanası duruyordu veya kızımın saçları gibi. Yumuşak, ince telli, güzel kokulu bir şey.
Kalabalıklaşan sokak, uğultu içinde bekleyişe geçmiş, bizim evimizin önündeki yolda durmuşlardı. Komşumun evinin diğer yanında bir ev yoktu, burası mahallemizin sınırıydı çünkü ve hemen karşıda da bir nalbur dükkanı vardı. Ancak sahibi çok nadir olarak işinin başına geçerdi. Çünkü söylediğine göre bu meslek artık bayatlamış ve o da emekli olabileceğine hükmetmiş. Topa komşumdan bile yakındım, çünkü o henüz bahçesine çıkmamıştı. Ve diğer mahalleden de kimse görünmüyordu, olay sadece burada yaşayanları etkilemiş gibiydi.
Bekleyişimiz devam etse de sinirlenmeye başlamıştık, topluluktan ara ara öfkeli sesler işitiliyordu. Ve çoğunlukla derin bir oflamanın içindeydik. Hala aynı belki daha fazla merakı taşıyan tek kişi vardı, o da küçük kızım. Çünkü kendisi henüz beş dakika önce topu fark etmişti, doymuş olarak kafasını kaldırdığında neşe içinde kıkırdıyor, ellerini çırpıyordu. Ancak bu hareketleriyle ne benim ne de ablasının dikkatini çekebildi, topa bakmaktan daha önemli görünmüyordu hiçbir şey. En sonunda kafasını çevirdi ve devasa büyüklükteki topu fark etti. Neşesi dindi, yerini hakiki bir hayrete bıraktı. Ablası gururla gülümsüyordu, çünkü kardeşini şaşırtan bu olayın ilk şahidiydi belki de. Ve sanki sırf bu sebeple, topu düşüren de kendisiymiş gibi hissediyordu. Bu coşku göğsünü kabarttı, olayı detaylı incelemesi gerektiğini düşünerek çitlerden atladı. Topla mesafesini korumaya çalışarak evin kapısına geldi. Zile bastı, kapıyı yumrukladı, içeriden hiçbir ses gelmiyordu. Yeniden, topa bir iple bağlıymışçasına, gerginliği bozmadan özenle topun etrafında döndü ve bu sefer bahçenin çıkış kapısına geldi. Nalburcuya doğru ilerlerken kalabalığın ona bakmadığını fark etti. Dükkanın kapısı kilitli değildi bunu zaten herkes bilirdi, içeri girdi ve dolapları karıştırdı. Küçük ellerine zor sığan, ağır bir çekiç bulduğunda keyifle güldü, onu da alarak dükkandan çıktı. Yine aynı yöntemleri takip ederek verandaya ulaştı. Balkonun uzun camlarından birinin önünde durup çekiçle vurdu. Cam sarsılmıştı ancak kırılmamıştı. Kız yeniden vurdu ve hırsla iki üç kez daha vurdu. Çatlaklar oluşturmuştu, bu onu gaza getirdi. Son vuruşunu diğerlerine kıyasla daha güçlü bir şekilde savurdu, cam saniyeler içinde yere dökülerek tuz buz oldu. İçeriden bir çığlık sesi geldi, kız korku içinde annesine ve kardeşine döndü. Hala hiçbir şeyden haberleri yoktu, topa bakmaya devam ediyorlardı. Kalabalık aynı yerde durmaya devam ediyor, aynı sesleri çıkarıyordu. Çocuk hızla kafasına vurdu, ‘’Bu nasıl bir durum böyle?’’ diye düşündü. Top bir enerji yayıyor olmalıydı ve herkes aptallaşmıştı. Veya zaman durmuştu, artık ne olduğunun bir önemi yoktu. ‘’Neden sadece ben etkilenmedim?’’ sorusunu soracakken, çığlığı hatırlayarak yanıldığını fark etti. O şey her ne ise her şeyin farkındaydı ve çığlık atıyordu, ‘’En doğru tepki bu!’’ diye düşündü. Hızla içerideki merdivenlere yöneldi ve üst kata çıktı. Sese seslendi:
-Neredesin? Neredesin, yeniden bağır.
Çığlık yeniden duyuldu. Çocuk sesin geldiği odaya koştu. Banyoya girmişti, banyoda kimse yoktu. Tam çıkacağı sırada duş kabininin içinde bir şeyin hareket ettiğini gördü. Şey, ellerini kaldırıyordu. Uzun saçları olan ve çok uzun boylu bir insandı bu. Avuçlarının arasında yuvarlak bir nesne vardı, bunu sudan koparmış gibiydi. Devasa insan onu kaldırmakta zorlanıyordu ve tuhaf bir ıkınma sesi çıkarıyordu. Dirseklerinden akan koyu bir sıvı ağır ağır kabini doldururken, çocuk kapısını açtı. İnsanla göz göze geldiler. Kara kaşlarının altında küçük zeytin gözleri olan bu insan, gözlerini kocaman ayırdı ve çocuğu inceledi. Kız akan şeyin kahverengi kirli bir su olduğuna kanaat getirdi. İşaret parmağıyla kabini göstererek, ‘’Derhal burayı temizle!’’ diye emretti. Varlık, çocuğun sesindeki keskinlikten korkarak geriledi, sırtı fayansa değdi. Kaldırdığı nesneyi çocuğun avuçlarına bıraktı. Bu, kahverengi büyük bir bilyeydi. Kıza temas eder etmez küçüldü ve ilk halini aldı. O bunu ağzına atarak salona, ailesinin yanına döndü.