Dünyanın sonunda tek başına durmuş,

Kendi tarihinin tozlu kalıntılarına boş boş bakıyor gözlerin.

Aradığın neydi?

Ne için gelmiştin?

Sıkı sıkı tuttuğun 

Asla bırakmam dediğin 

Neyi düşürüverdin?

Dünyanın sonunda 

Sen neredesin?

Diğer herkes hak ettikleri kahrolası sonlarına kavuştuklarında

Cennetten kovulan bir sen misin?


Sessiz, ışıksız 

yürümek için nedeni kalmamış bedenini önündeki kimsesiz gölgenin peşi sıra sürüklediğin 

nereye varacağını bilmediğin bu yolda tek başınasın.

Yapayalnızsın, 

kendi içine giden yolda rehber bulamazsın. 


Nefes alamamayı yaşadığından emin olmak için kullanan birine her soluğunu duyumsamak ne zordur...

Tek bir canlının kalmadığı bu kadim topraklarda yürüyen bir ölü olmak.

Ateşi öğretecek, sudan uyaracak. 

Çürümüş gözlerini ruhunun derinliğine dikecek,

karanlığı içine akıtacak. 

Kendi dipsiz kutusundan 

bir bardakla tüm duvarlarını siyaha boyayacak.


Umudun olmadığı topraklar burası, cehenneme yakın. 

Doğrunun ve yanlışın ötesinde, 

birini bulmayı umduğun 

ama umudun olmadığı topraklar burası.

Kuru, kavruk topraklar burası. Gerçekliği kadar sert ve kara taşlarla kaplı burası.


Bakışlarının bir yeşile değmediği, 

bir damla suyun görünmediği, 

ucu bucağı olmayan ve zamanın izini kaybettirdiği yerdesin.

Tek çıkış yolun buraya geldiğin cehennemden geçmek 

sonra göğe yükselmek.


Verilen sözlerin miadının dolduğu,

her şeyin çoktan boşluğa karıştığı yerdesin. 

Kendin olmayı bırak,

var olmanın bile bir anlamı yok artık.