yabancı sular diyorum yağmur damlalarını dahi kabul etmeyen,

kıvrımlı dalgalarla beni anlatıyor, kırık bir sonsuzluk.

zuhur ediyor kaygılarımı, göğsünde ince bir halat.

bütün elde edilemeyen kadın kokusu nasihatleri,

bir iftira gibi tuzlu su kusuyor.

kokusunda savaş var kokusunda kavgalar,

illallah ediyor, kokusu ölü bedenlerin panzehri

ama güzel,

kokusunda ölüm var

çünkü güzel.


bir kadın tanırdım; kuşun bedenine girmişti,

insanlardan uzakta kokusu yeşil çiçeklere konardı hep.

bir bana yakın, bir bana uzak.

bir günah gibi iz bırakan derin çizgilerde,

ressam gibi, altında silik gravür.


siyahın elli tonu var yüzünde,

tanrım!

ama siyahta güzel, utandırmadan bir solukla

anne gibi öpüyordu alnımı.


bugün öldüğü gün.


her gün öldüğü gibi bugün de öldü,

yukarıdaki külüyle serpilip yeniden doğdu

ve yine öldü, bu gece de.


diriler ölüleri düşünmez


ama öyle değil, anneler evlatlarını unutmaz,

dağlar çiçeklere küsmez kara kış geldi diye

öyle değil

yeşil kalmak da var sararmak da


diriler ölüleri düşünmez.


ama öyle.

hiç çiçek beslemedim ben,

bir cam kenarında ya da balkonun demir parmaklıkları arasında,

sabaha uykulu gözlerle can havliyle güneşin bakış açısına tutmadım hiç,

telaşla kavruk ışınların altında unuttuğum için ölmesin diye

koşarak kurtarmadım mesela.


ölüler konuşmaz.

ve bitti,

artık hangi tanrının huzurunda çekiyorsa acıları,

ben değilimdir öpen dudaklarını,

değilimdir gözlerine hapis tutan


şimdi gözlerimiz birbirinden kaçıyor,

gözlerimize kurşun sıkıyoruz.


06/2019