“Hayattaki en büyük çekincen ne?” diyordu yere düşen gölgesini incelerken. Kendisiyle konuşmak, son zamanlarda en uğrak mekanı olmuştu. Kalabalık bir masadaki yalnızlığı tatmıştı, otobüs kuyruğundaki bir başınalığı çözmüştü, İstiklal’de yürürken aynı anda adım attığı insanlar arasındaki yabancılığın ne anlama geldiğini de biliyordu. Oysa hayattaki en büyük çekincesi hakkında en ufak bir fikri yoktu. Saklambaç sırasında arkadaşını saklandığı yerden bulurken kendisi sobelenen bir çocuk gibi belki de bulmaktan öte bulunmayı istiyordu. Birinin karşısına geçip aynayı tutarak, “Bak!” demesini bekliyordu. 


“Bak işte, sensin bu. Anlam yüklemeden giriştiğin her şeyde unufak bir hissiyat parıltısına muhtaç, toplumdan uzaklaşmaya çalışırken aslında onunla bir bütün olma gayesini derinlerde hisseden bir insansın.” 


Yaptıklarını düşünüyordu; geldiği noktayı ve bu noktada yeni bir virgül var edebilip edemeyeceğini. Esasen o aynada hiçbir zaman yansımasını göremeyeceğini biliyordu. Bulunmak istemenin de bir bulunmama ihtimali vardı ve itiraf edemese de bu ihtimalle büyüyüp yeşilleniyordu. İnsan, mutluluk kadar olumsuz düşüncelerin ardındaki karanlıktan da besleniyordu. Eskidiği için kolları tiftiklenen koltuktan doğrulurken, “Bugünlük bu kadar yeter.” demişti. “Bugünlük çok bile kaldım burada, kendimle.” Masada duran telefonu teğet geçti. Günlerdir tezgahı yıkanmamış bardak çanakla dolu tezgaha yöneldi, kirli bardaklarına bir yenisini daha ekleyecekti. Eline ilk gelen büyük bir bardağın yarısını kahveyle doldurduktan sonra ağır adımlarla geri dönüp eski koltuğuna oturdu. Tam üç gündür aynı sayfasını okuduğu kitabın, yine aynı sayfasını açtı. Tekrar okumaya başladı. Aynı cümleleri, aynı hızla, aynı tekrarla. Sayfayı bitirdi, çevirmedi, tekrar okudu. Yelkovan kaç kere akrebi geçti, akrep kaç kere yer değiştirdi bilmeden yitip gitmişti zaman. Pencereden dışarıya baktığında dolunayı gökyüzünün tepesinde görünce saatlerce aynı sayfayı okuduğunu fark etmişti. Son birkaç gündür aynı şeyi yaptığından dolayı yadırgamıyordu artık. Usulca yatağına gitti. Gözlerini tavana dikerken aynı şeyi sordu kendine, aynı titizlikle: “Hayattaki en büyük çekincen ne?” 


Çocukluğunu düşündü. Çünkü insan böyle durumlarda hemen çocukluğuna sığınıyordu. Birçok konuda olduğu gibi suçu bir başkasına atmak istiyordu, yaptığı yanlışlarda da çocukluğunu seçmişti. Yoksa kendisi öz iradesiyle hiçbir şeyden çekinmezdi. Güçlüydü, yıllardır yalnız yaşıyordu zaten, nasıl güçlü olmasındı? Herkesin bir eş bulmak için debelendiği zamanda, o herkesin kaçtığı şeyi tercih etmişti. Yalnız ölmeyi. Korkusu yoktu, aylar önce çalıştığı yerden sırf kendi etiğine ters düştüğü için istifasını vermişti. Üstelik üzerine beş dakika bile düşünmeden yapmıştı. Kolay değildi herkesin üç kuruş kazanmak için paspas olduğu zamanda, o herkesin yapamayacağı şeyi hiç düşünmeden yapmıştı. Bunları düşündükçe kendisine olan hayranlığı artıyor ama çekincelerini tanımlayamadığı için manasını bilmediği bir buhranla derin bir nefes çekmişti. İnsan en çok manasını anlayamadığı şeylerde bocalıyordu. Tanımlayamadıkça daha fazla kavramsallaştırmak istiyor ve içten içe tanımsız kalmasından haz duyuyordu. Çünkü tanımlarsa fişi çekilirdi. Yeni bir kendini kaybetme macerası araması gerekirdi. Bu da bir uğraş demekti, sürekli bir uğraş yaratma cesareti var mıydı? 


Kitabı düşündü, günlerdir aynı sayfayı okuduğu için kelimeleri ezberlemeye başlamıştı. Nerede es vermesi gerektiğini bilmek için artık virgüllere gerek yoktu. Çocukken ezberlenmiş bir şarkının melodisini hatırlar gibi her şey otomatik ilerliyordu. “Belki de” dedi, “Okuduklarımdan çok etkilendim. Artık okumamalıyım, çünkü bana iyi gelmiyor.” Son dönemin en kolay kaçma yöntemini de bu sayede kullanmıştı. Tekrar etti: “Bana iyi gelmiyor.”

İnsan gerçekten kendisine iyi gelen şeye göre mi yaşamalıydı, eğer öyleyse nasıl her sabah onca trafiğe rağmen yola çıkıp haftanın beş günü aynı yüzleri gördüğü bir masanın çevresinde oturmaya gidebilir? Eğer öyleyse nasıl aynı yemeği dört gün yemek zorunda kalabilir? Üstelik bu bir makarnaysa? Nasıl her gün kadın cinayetlerinin yer aldığı haberleri kanıksayarak izleyebilir ya da okuyabilir?İnsan gerçekten kendisine iyi gelen şeyi seçebilir mi? Seçme özgürlüğü var mı? 


Sorular boğazında bir yumru oluşturunca tavanı seyreden bedenini sağa çevirdi. Gözlerini yumdu. Bunları düşünmek hoşuna gitmemişti. Oysa sadece kendi çekincelerini düşünmek istiyordu, bunları yaparken başından tavana asabileceği bir idam mahkumunu da hâli hazırda bulmuştu çocukluğu. Neden kendisini rahatsız ettiği hâlde cevabını bulamayacağı bir akıntıya kapılsındı? Belki de en büyük çekincesi buydu; herkesten izole olarak yarattığı bu dünyada toplumsal duyarlılığı üst seviyede yaşadığını düşünürken, hayatın zorluklarını yaşamak zorunda kalma ihtimaliydi. Kolay olanı seçmişti; toplumdan kendini soyutlayarak toplumun yanlışlarını birbir gözlerine sokmak. Uyanıklık ile uyku arasında gidip gelirken çocukluğunu düşündü. Ayaklarının nasıl yerden kesildiğini, nasıl soluksuz kaldığını düşündü. İşte şimdi uyuyabilirdi.