Havalar iyiden iyiye ısınmıştı. Dallar yeşermeye başlamış, çiçekler filiz vermiş, toprak ana üstünden ölü tarafını soyunup atmış, yeniden göz kırpıyordu hayata. Yörük mevsimi gelip çatmıştı nihayet. Dillerinde güzel türküleri, sırtlandıkları rengarenk yükleriyle kasaba halkının temaşası eşliğinde çadırlarını kuracaklardı yine. Sevilir, değer görürlerdi bu topraklarda. Zira sağlam karakterliydiler. Yörük demek cesur, savaşçı, eli ayağı sağlam demekti. Bu yüzdendi en meşakkatli zamanlarda bile dik durmaları, güçlü olmaları.
Yerleştikleri günün akşamı çalgı çengiler toplandı, kasabalı da ikramlıklarıyla çadırlarına "Hoş geldin" ziyaretinde bulunmaya başladılar. Hasbihal edildi, hasret giderildi. Yörük Ali belli etmiyordu ama yorgunluğun sızısı bütün vücuduna yayılmaya başlamıştı. Anasından müsaade isteyip tez elden kurduğu yatağına bıraktı kendini.
Bir hayal miydi yoksa tatlı bir rüya mı? İçli mi içli; ama ne tam derinlerde ne de gün yüzüne çıkmak için aceleci. Örtülü bir ses bu. Hüzün mü örtmüş, umut mu? Acı mı içinden taşan, sevda mı? Yoksa hepsinden var mı bir tutam? Ali nasıl fırladığını bilemedi yataktan. Ömrü hayatında duymadığı bir sese insan tepkisiz kalabilir mi? Koştu obanın ortasına. Mehtabın ışığı yüzünde parlayan o billur sesli kız bir köşede gözleri kapalı, elleri ritim tutarak türküsünü tüttürmekte. Böyle bir sese nasıl meftun olmaz ki insan? O ses ki; âşık olana meşk ettirir, aşkı tatmayanı aşk uğruna yerinden yurdundan ettirir. Düştü mü Ali'nin böğrüne de bir ateş? Karşısında alev alev yanan o ses varken Ali'nin gönlüne de kıvılcımlar sıçramıştı işte. Yörük Ali o gece kafası dumanlı, gönlü yanık sabahı zor etti. Ertesi gün sordu, soruşturdu yüreğinin yangınına tek deva addettiği o güzel kızı. Ecrin imiş adı. Muhtarın biricik kızıymış. Durur mu Ali, yürüdü yürüdü vardı Ecrin'in yanına kalbini teslim etmek üzere. Kara sevda bu ya, Ecrin de vuruldu Alının su yeşili gözlerine. Ecrin ateş, Ali su. Biri yanarken öbürü söndürdü. Sevgi damla damla aktı, yolunu buldu gönüllerde. Kimi zaman durgundu bu aşk, kimi zaman yangın yeri. Zira, kolay değildi; biri konar göçer, biri yerleşik düzen, ömrü billah toprağının ekmeğini yer. Yine de ses etmediler, dillendirmediler. Bir rüya gibi yaşadılar sevdalarını.
O sevda zırh oldu, kalkan oldu, savaşçı ruhlarının tek dayanağı oldu. Lâkin yetmedi galibiyete. Göç mevsimi geldiğinde ne muhtar razı geldi kızını yörüklere vermeye, ne yörük obasının ileri gelenleri olur verdi Ali'yi yerleşik düzene teslim etmeye. Bir orta yolda buluşamadı aşıklar. Yüreklerine kor düştü sonunda. Yörükler savaşçı, yörükler cesurdu amma Ali biliyordu bu savaşın galibi de olsalar mesut olamayacaklarını. Arkada bir enkaz bırakıp önüne bakamayacağını biliyordu Yörük Ali.
“Unutursun" dediler, “Üç günlük dünya” dediler. Yollar ayrıldı, mevsimler geldi geçti unutulur denilen aşkın üzerinden. Bir dahaki göç mevsiminde ne Yörüklerin Ali o topraklara adım atabildi ne Ecrin kızın kaybolan izleri gün yüzüne çıktı. Bir destan değildi belki aşkları ama ömre bedeldi. Ne hazindir ki iki aşık da bedelini canıyla ödedi.