PART 3

Rıfık’ın eline kramp girdi. Oflayıp pufluyor, ‘’of anam’’ diyor, ‘’Yandım!’’ Ona sakin olmasını salık veriyorum.

—Abartma Rıfık, alt tarafı bir kramp.

—Nasıl abartmam, diye celalleniyor bağırarak. Bu benim elim, her şeyim, o olmazsa nasıl yazarım ben.

Daha da abarttığı için, konuşsam daha da daha da abartacağı için susup getirdiği siyah poşetlere bakıyorum. Dünküyle beraber on üç tane oldular. İçlerine bakmama henüz izin vermedi, ama ben içinde ne olduğunu biliyorum.

—Rıfık, diyorum. Onu bırak da şu poşetleri ne zaman açacaksın, kurt gibi acıktım, ahahaha!

Bıyık altından gülümsüyor:

—O yemek değil, ikimizde biliyoruz. Ve zamanı gelmedi. Zamanı gelince açacağız.

—Ha yani birlikte. İyi.

Sıkılıp ayaklanıyorum Rıfık yatakta uzanmış, ben çekyattan kalkıyorum, gıcırdıyor. Dolaptan kolayı alıp bilgisayarın başına kuruluyorum. Külüstür açılırken şişeyi başıma dikip bitiriyorum. Az sonra Rıfık başımda dikiliyor, ben açılmaya uğraşan siyah ekrana bakarken sırtımda beliriyor, omzuma ojeli tırnaklarıyla iki üç kez vuruyor. Bu onun, benimle ilgilen, deme şekli. Ne var diye söyleniyorum. Krampın çıktı sanırım, diyorum göz ucuyla ona bakarken. Evet diyor, eşek gibi bir sırıtış var yüzünde. Önündeki iki dişten biri yamuk diğeri kırık, siyah siyah parlıyor alttan.

Oyun açılıyor sonunda, Rıfık’tan kafamı çekip ekrana dönüyorum. A ve B sakince oturuyorlar. "Ne kepaze bir oyun bu!’’ diye bağırıyorum.

—Oyuncular bile sıkılmış.

Rıfık arkamda gülüyor, ona gülme diyorum. Gülmesini kesip mutfağa gidiyor. Elinde siyah bir poşetle geliyor yine. Bu sefer daha kabarık bir poşet bu. Omzu çökmüş, ağır olduğu belli. Onu da götürüp on dördüncü poşetin yerine koyuyor. Ben ise A ile B’yi uyandırmaya çalışıyorum. Talimat veriyorum, A ayağa kalk. B dans et, yerinde dön gibi. Dediklerimi yapıyorlar ama çabucak sıkılıp eski yerlerine çöküyorlar. Bir istikrarın olmaması beni sinirlendirmekten çok üzüyor bu defa. O kadar çok keyfim gidiyor ki ne yapacağımı bilemiyorum. Bilgisayarı açık bırakıp dolaba çörekleniyorum. Yeni bir kola şişesi bulup çıkarıyorum. Odaya döndüğümde Rıfık yerinde değil. Yine yalnızlığa kaçtı diye bir de bunun için kederleniyorum. A’dan B’den sonra yeni bir sıkıntı, ne mutlu bana diye söyleniyorum. Çekyata uzanıp geçmiş hayatımı düşlüyorum.

Siyah bir poşet gibiydi hayatım, gizli saklı. Bir bahçıvanın ektiği arpa büyümüş ama çok esrarengiz bir şey olmuş, koca kara poşetin içinde kendini ve bahçıvanı yutmuş. Benim dünyamı sipariş veriyorsunuz ve "Lütfen şeffaf poşette gönderilsin.’’ diye bir not düşmüşsünüz. Ama kargocu okumuyor bile. Tıkıyor siyah bir poşete, alın hanımefendi diyor. Sinirlisiniz ama parayı vermişsiniz çoktan, söve söve alıyorsunuz içeri beni. İşte Rıfık da o hanımefendi oluyor. Bazen de bir beyefendi. Ona diyorum ki şu sakallarını kes, maço erkek sevmem. Yok diyor, dinlemiyor beni. Top sakalıyla üstelik, geziyor ortalıkta. El alem ne diyor hiç bilmiyorum.

Rıfık geliyor. Düşlerimin ortasında karnıma oturuyor. Şimdi bir kayık gibiyim. Rıfık kalk diyor hafifçe zıplayarak. Karnımı ağrıtıyor ama ses çıkarmıyorum, gözlerim kapalı. Beni terk etmesini istiyorum.

—Kalk hadi! Sana siyah poşetlerin içinde ne olduğunu göstereceğim.

Gözlerimi açıyorum. Tamam diyorum uykulu kısık bir sesle. Doğruluyorum yatakta. Rıfık kucağımdan inip poşetlere gidiyor. On dördüncü poşeti alıyor ilk önce, kabarık ve ağır olanı. Kucağıma bırakıyor. Doğum günüm gibi heyecanlıyım ama belli etmiyorum Rıfık’a. Çünkü çok keyiflenir sonra benimle dalga geçer. Yavaşça açıyorum gevşekçe bağlanmış poşeti. İçinde bir dünya küresi var. Bu muydu diye ağzım bükülse de Rıfık’a belli etmiyorum. Çünkü alınır, diğer poşetleri hiç açtırmaz. Sonra on üçüncü poşet geliyor. Bu hafif ve sıkıca bağlanmış. Açıyorum içinde küçük bir asker kadın var. Hah diyorum işte bunu sevdim. Bununla ne oyunlar oynarız, der gibi heyecanla parlıyor gözlerim. Rıfık da gülümsüyor. On ikinci poşeti getiriyor. Bundan bir zil çıkıyor ve sonra da anlamsız diğer hediyeler; kitap, polisiye romanı, bıçak, ip, fener, boş bir su şişesi, dondurma kabı, makas, sakız, çikolata. Ve son poşeti kucağıma bırakıyor. Artık sıkılmışım ve heyecanımı kaybetmişim. Son poşeti açması için Rıfık’a uzatıyorum.

—Yoruldum, sen aç.

Peki, diyor alıyor elimden. Son poşetten bir küçük asker daha çıkıyor. Heyecanla ellerimi çırpıyorum.

—Rıfık! Biri sensin, biri ben.

—Tamam, biri senin diğeri benim.

Sebepsizce sinirleniyorum. Kepaze bir hediye bu. Ama parayı çoktan vermiş gibi hissediyorum.


SON