sürreal rüyalara sarılmış kabuslu tablo

kesilmiş deri parçacıklarının koynunda iskelet

yörüngesiz hiçliğin içinde

kalemsiz çiz zamanın karanlığını

hiçlik yörüngesi

kaybolan silüet rüyaları

absiyan korkuluğumun hüzün sinmiş

melodisine sıkıştırdım satırları

duvardaki hissiz cam parçasından

yüzümün doruklarına doğru gülüyor

korkuluğu andıran yanılsamam

hangi zamandayım esperanza?

zamanın kadranını sildiğin

günden bu yana boşluktasın

bilirdim

kum saati eksiltemezdi ruhumu

kalmamıştım eksilecek kadar bile...

öldürmek istememiştim seni zaman

sadece elimi çabuk tuttum sayılır

vurdum seri katil gibi sırtından!

ölmemek için öldürdüm zamanı

eksilttim

kırdım her şeyi, her şeyi kırdım

küçük çocuk öfkesiyle parçalarına ayırdım dünyayı

kendimden başladım parçalamaya

derimi yüzüp üstünü örttüm

hiçliğin dibini sıyırana kadar iltihaplandım

neydi bu kin? yas neydi?

şimdiyse yankılanıyorum boşlukta

hangi gezegen burası?

hiçlik yörüngesi

kaybolan silüet rüyaları

düşlere sarılmış kabus kıvrımları

sürreal tablo, yörüngesiz silüet

hiçlik rüyaları kayıp

kalemsiz çizmek karanlığın portresine hiçliği

gecenin iskeletinin üstüne örtülü deri parçacıkları

abajur siyahlığına adadığım gri şiirler

duvara sinen yaktığım perde kırıntılarının

ayak izleri

yüzyıllarca savrulan bir ağaca

beynimi yerleştirmişim gibi bulanık bir gece

belli belirsiz ağlayan yalnız bir senfoni

karga

kargalar

kargalardan

kargalarla

gökyüzü kasvet kokar

ve bu yitik dudaklarım neden hep hiçliği sayıklar?

neden hep hiçliği sayıklar

neden?

sayıklar, sayıklar, sayıklar...

söylesene şu hissiz korkuluğa

ruhun sönmesi için kaç salvo raks eder?

üstümde palyaço hüznü var

şarap şişesiyle soyunan!

gülüp duruyor bana

henüz dikiş atılmamış dudaklarından

gülüyor, ağlıyor

deliyor, deliriyor, gidiyor

kan sinmiş sigara filtreleri

kanla karışık öpücükler konmuş

puslu camın duygusuz tarafına

siyah yağmurun sessizliğiyle yankılanan

ağlama seansları

yüzümde hayat bulan ürperti

yağmurları siyaha boyayan ruhumdu

eksik doğmuştum oysa ben hep siyahtım!

yamalı kalsın aydınlıklar

dikiş tutmaz köhne karanlık...

hayat denilen yanılsama

deliklerinden sızdırıyor olmalı

bundandır dibe batışlar...

batıyor kruvazörler

sinsi iğnelerle deliklerini dikmek istiyorum dünyam

aşığım sana geoit!

eksenindeki eğikliğim

venüs'e hapset işe yaramaz bedeni

aydınlığın kırıntısı olmalıyım

biraz da zehri

dik açılarla bedenimi kesmeden önce

uranüs'e uğramalıymışım hissi veriyor

bordo perdeler

fecrin kızıl iltihabıyla

göç etmiş sabahlardan kalma renksiz istiridye

yürüyüşleri seziyorum hiçliğin anatomisinde

yırtılmış posterlerin duvarlara karşı

protestosunu anımsıyor kesik kulaklarım!

karşımdan bana bakan çizdiğim son ölümdür

tavus kuşları renksiz irislerimdir

duvara yazdım

"adsız çiçeklerden farkım yok"

çizemedim üstünü kanla, kanınla!

kesemedim bedenimi gölgesinde

deliliği buruşturdum, buruşturdum

kaybedemedim gecenin güneşinde

cesedimi bulamadım hiçbir lunaparkta

ağlayamadım

iskeletim kalamadı geriye

kargaların kanından akan şiirler

bırakamadım geriye

öldüm

dünyaya milyarlarca ışık yılı uzaktan yankılanan

melodiyim

yüzümdeki yaralara aldırma

kargalarıma aldırma

kanlara

yüzümde kalan rengarenk bir kusmuk!

yüzümden geriye kalan bir kusmuk

rengarenkk

rengareenk

reeenngareeeenkk

kanım beyazlığa akıyor

biraz daha akıyor

aktıkça

aynaların, yağmurların arasından

beni izleyen ölüm

yüzüme resimler çiziyor kurşunla!

kurşunlar çiziyor yüzüme

sırtımdaki tırnak izlerine şarkılar söyle

dudaklarının izini bırak

ey ölüm, dudağın dudağıma şiirler kusar gibi!

pandomim çığlığı var uzuvlarımda

zihnimde hiçlik melodileri yankılıyor

virtüöz ruhum

silüetim melankolik jiletlerde kaldı

delik deşik, delik deşik!

silüetim melankolik jiletle öpüşüyor

delik deşik

yavaş yavaş dağılışını izliyorum

defolu klozetlere gülümsüyorum ben

başıbozuk şiirlerin üstüne zehir sinmiş

birileri gitmiş

gelenler hep gidermiş

ölmüşler

ölmüşüm

ölüymüşüm

öldürüyormuşum

öldürmüşüm gibi canlı kalan yanlarımı

bir korkuluk hasta, tavandaki yaşlı korkuluk!

aynanın doruğunda soluk şarap

kelimelerin türbülansına figüran olurcasına

siyah bedenleri

akıt kanını dolgun dudaklarından karanlık!

yanan cesedimde

üşüyen bedenimde

dolaştır, dolaştır sessizce!

dengesi bozuk resimler çizili duvarlara

paralel yatıyor kötürüm hiçliğim...

gözlerini şiirlerle boyadığım bakire gecem

bütün yıldızlarını kanattım!

dik kestim damarları uranüs, yaşamak için

oyulan gözleri hiçliğin koynunda yaşattım

anonim gecelerde içki rolüne girmişti gök

alyuvarlarıma hediye ettim zehrini

eksildim gökyüzüm

öldürmek istememiştim seni!

seni öldürmek istedim

kanım çekildi bir solukta

sonsuzluğuna sarhoşum

yüzüm göklere dönmeyecek bir daha!

yitirdik maviliğini

eksenler siyaha boyandı

yalnızlaştı ceset

göremedi kör gözleriyle feleği

santimantal aynalar kaldı bir tek

kırık cam parçasına saplanmış yalnızlıklar antagonist kaldı

simsiyah kuşattığım

kesik kalabalığın içinde diktiğim çift yalnızlık

basık tavan ve yüzüme gülümseyen

kör ışığın aranjman çığlığı

göz kırpan aydınlıktan

eksikliğime düşen kirpik mızrağı

irislerden şahlanan beyaz kokulu renksiz çiçekler

dizginlenemeyen at gibi uçurumdan düşen

kelime parçacıkları

şairi geçmişte ölmüş

kafasını sıyırmış bir dikişte!

kelimelerin kanının sesiyse

yankılanmış yüzyıllarca

adsız çiçekler içinde gezinen

dengesi bozuk gölge

hiçliğini kötürüm yapacak kadar

şizofren bir senfoni duymuş

beyaz kargalara aşık bir korkuluktan

farksız karartı gibi kayıpmış

oyulmuş gözleri

son öpücüğünü ses telleriyle beraber kesmişler!

buluşamamış aydınlığıyla biliyor musun?

eksikliği eksiltmiş onu

eksikliği eksiltmiş onu...