Tuz lambasının sarı tonu duvar halısının kafa karışıklığı gözlerimin kısılmaya başlaması baktığım hiçbir yerde ne olduğunu anlayamam. Sakin bekleyiş. Tüm bunların birazdan biteceğine olan kusursuz inanç… Çok uzun bir koridorun birden bitmesi kesme tahtasının üzerindeki domatesler, altı kısık ocak, kızmayı bekleyen yağ, yemek yemeyi unutmuş aklımı toparlayıp etrafa sessizce bakınıyorum. Küllük dolmuş her yerde giyilip çıkarılan giysilerle dekore edilmiş. İçilmemiş kahve yapılmamış edebiyatlar gibi usulca bekliyor. Kalbimi kaybettim, ilaçlar geri getirir mi dersin. Olmaktan köşe bucak kaçtığım kişiyim. Ruhsuz. Kendimi yüzüne bakılmayan bir tuvalden farksız hissediyorum. Satılma niyetiyle kurulmuş onca hayal varken nasıl gideceğim. Her şeyin ederi oluyor bu dünyada. Güzel ne varsa satılıyor. Satmadıklarını kirletmeyi hak sayıyorlar. Onca hayat, hayal böyle dibi görüyor. Küçükken bile hiç büyük hayallerim olmadı. Hep umutsuzdum aslında. Doğuştan gelen lanet… Ufak oyuncaklarım dışında pekte bir şey yoktu. Menüden çıkarılmış yemektim. Hatırlarsa sorabilirdi birileri beni. Cebimde çekmecelerimde özenle fizikler acılar saklardım. Birgün kendimi de koydum yanlarına. Birlikte yıllarca yaşadık. Sonra birlikte nefes alamadığım bir şeyle tanıştım. Kafam içiyle. Dilsiz olsa yine bir nebze hayal kurabilirdik birlikte. Ama öylesine çok öylesiyle tiz bir sesle konuşuyordu ki dinlememek için Tanrı olmalıydım. Kandırdım kendimi bazen ilaçlarla kimi insanlarla geçici tutkularla, sanatın neredeyse her alanına bulaşarak. Ellerimi çamura bulaştırdığımdan haberim yoktu. Yük oldu. Sevdiğim ne varsa sadece beraberinde dayanılmaz bir acı getirdi. Bir arpa boyu yol aşamadım. Ama bir ordu kadar arpa gördüm. Yanımdan hızlıca bir daha belki de asla göremeyeceğim kısık ışığa doğru gittiler. Bir orayı daha fazla aydınlatmak istemiyorum. Sadece ateşe vermek, kül etmek istiyorum.