676 durağındayım Şirinyer'de, hava kaynıyor. Telefonumdaki satranca gömülmüşüm. Uykusuzluk ve yorgunluktan bir hamle sonrasını bile göremiyorum. Bahanelere iyi alıştım ben. Karşımda bir gölge beliriyor, bir el omzuma dokunuyor. Kimin omzuma dokunduğuna bakmak için kafamı kaldırıyorum ama nasıl bir kaldırma... Ses hızıyla ışık hızı arasında bir süratle durumu kavradığımı sanıyorum. Yaşlının teki benden yer istiyor diyorum. Bunu dememle kalkmam arasında saniye geçmiyor, kucağımdaki çantamı tutup kalkıveriyorum. Kalkarken adamın havada, bir yeri işaret ederken kalakalmış elini görüyorum. Sarı gözlü siyah kediye ateş ediyor işaret parmağı. Otururken biraz sevmiştim. Parmakları o kadar yaşlı ki adamın, kemik ve eklemler üstüne birkaç beden büyük gelen solgun, çuval naylonu deriyi giydirmişler alelacele. Ayaktayken aha diyorum, uzunca bankın az ötesinde yer var, niye buraya oturmadı da beni kaldırdı ki? Oturmamla farkındalığım arasında bir es yok. Adam aslında kediyi sevebilmek için birkaç karış sola kaymamı istemiş. Otururken bana attığı bakışları yakalamamla sahip oluyorum bu farkındalığa. Sonra, bugün yeterince utanç kotamı doldurmamışım gibi adama bakıyorum. Polo yaka eflatun tişört, bembeyaz güneşte parlayan balıkçı şapkası, balıkçı şapkasının ense kısmında nizami kesilmiş ama pek de seyrelmiş terli terli diken diken saçlar, krem renk kapri, tişört tabii ki içinde, kahverengi oluklu sandal, üstü biraz tozlu, ayak tırnakları sarı, kısacık. Etrafa çocuksu bakışlar yolluyor. Kedi de benim ani hareketimden kaçmış. Adamcağız çok yaşlı, o kadar yaşlı ki dik durmaya alışkın olduğu belli, beli bile bükülmüş, son zamanlarda bükülmüş, sen de 80, ben diyeyim 90 yaşında beli, yorulmuş. Kahroluyorum. Utancımdan midem bulanıyor. Otobüsüm geliyor. Biniyorum. Adamcağızı görebileceğim bir cam kenarına oturuyorum. Kent kartımda 6 lira 23 kuruşum kalmış. Adamcağız üzgün. Ben üzdüm onu. Sonra da arlanmayıp anahtar kelimeler yazıyorum, kendimi iyi hissedince yazmak için malzeme devşiriyorum. Ben ne kadar kötü ve düşüncesiz biriyim. O adamcağızla muhabbet etmedim. Farkındalığımın tapusunu almamın ertesinde bile telafi edip "Dedeciğim, kusura bakma, ben oturmak için benim yerimi istiyorsun sandım, bir anlık dalgınlıkla yüzüne bile bakmadan hemencecik kalkıverdim. Al bak, getirdim sarı gözlü zenci kediyi. Evet evet, buralarda bu kedi hep. Hava çok sıcak değil mi dedem, nerelisin, kaç torun var dedem, Allah bağışlasın dedem." diyemedim. Yok, demedim. Otobüs kalkıyor. Bakıyorum da ne güzel diyalog yazmışım öyle karşılıklı. Kötü biriyim ben artık eminim tastamam. İyi bir yazar olurum belki. O adamcağızı kahrettim ben." Acaba bir yanlış mı yaptım? Kulaklığı takılıydı, seslendim, duymadı herhalde. Tüm gün derslere girmiş güzel yavrum yorgun argın, bir de ben kaldırdım onu yerinden istemeden, yaşlılık işte. Düşünemiyor ki insan!" dedi kendi kendine. Eminim. Ağlıyorum. Çok üzgünüm. Güzel olan hiçbir şeyi hak etmiyorum.