yüzüme varan bu eskimiş bakışla, ezelden aşinayız birbirimize

kendime alışamadığım an

üşüyen ve titreyip sokulan dişlerime

evime sokulan, fikrime dadanan

huyumu ağlayış duvarına sürterek eskiten


biz seninle her allah'ın günü şu ıslak çiniyi baltalayan

titreyen kuyruk mu, bilenen kin mi

demeden ve doğrusu düşünmeden

yaşamak kime düştüyse

ölümü boynuna dolamayı farz bildik

biz seninle her allah'ın günü

bu küf çağını suda beklettik


ağlamaklı yüzüme isli görüşleriyle gelen

yüzüme çarpan bu körelmiş kibirle hiç aşina değiliz

ne çabuk unuttun

biz seninle her allah'ın günü nefreti mi ovalamadık kırık bilekle

teğet geçen mevsimlerin zorbalığını yapıp

kireç tutan ahlakı temize çektik

duvarımızdan mı kovmadık bizim diye

cismi ak güvercinleri

yabancı bakışların izi var diye perdeleri mi yakmadık

bin yıllık perdelerimizle sarmaş dolaş yandım

kimseye hiç yanmak bırakmadım

sen en cehennem alevlere koşup

üşüdün, titredin

ne çabuk unuttun


eve erken döndük

gece erken uyuduk

en yeşili, susup öylece uyuduk

sustuk ya, sustuk

böyle böyle körleşip küfe battık

eksik olanı bu karanlığın seyrinde bulduk

istedin de

karanlığın seyrini mi aydınlatmadık biz seninle


ne varsa seninle hiçlik arasında

her allah'ın günü onun içini dışını bir ezgiye yatırdık

kulaklarımıza zarı patlayana dek dinlettik

en sonunda kusmak istedik

biz seninle en yanlış sesi

en doğru ses kabul bile ettik


ne çabuk unuttun yüce duvarımızı

sevilmiş ve sevilmemiş

esmeyi hiç öğrenmemiş yellerin

bağrımıza bıraktığı o aitlik hissini

zamanın sargısını gözümüze bağlayan

elimize yüzümüze bulaşan

ruhumuzu çıplak bırakıp

yüzümüzü kızartan


biz seninle her allah'ın günü öpüşleri pıhtılara ayıran

yarayı yaraya batırıp yarayı kanatan

kendimize alışamayıp

birbirimize alışan

bir yemini bozmanın bin orucunu mu tutmadık

ne çabuk unuttun

biz seninle her allah'ın günü

bu küf çağını suda unuttuk.