Günümüz “modern” dünyasının beraberinde getirdiği güncel sorunlardan biridir “kimlik özdeşleşmesi” sorunu. İçten ve yoğun duygulardan yoksun, kendimiz ile kendimiz arasında açılmış bir boşluk ve bunun sonucu olarak toplumsal kişilik parçalanması ile karşı karşıya kalmış durumdayız. Bizi bir arada tutacak olan zemin altımızdan kayıp giderken bu varoluş sancısını sonuçlandırmak gerek kimliğini yitiren bize. Farklılaşan dünyamızda aynılaşıyoruz. Oysa hepimiz aynı rafın başka kitaplarıyız, birbirimize bağlıyız ama kendimize de benzemiyoruz. Farklılıklarımızla kendimiz olmayı başaramıyoruz. Günümüzün hızla akan zamanlarında varoluş gayesinden uzaklaşıp küfleniyoruz, gün geçtikçe satırlarımızdaki cümlelerimizsayfalarımızdan bir bir kayboluyor, yavaş yavaş yok oluyoruz.


Her adımda yabancılaşmaya biraz daha yaklaşmaktayız. Mesele kimlik sorunu olmaktan öte, çok daha fazlasına doğru yol alıyor. Bugün değişen dünyaya bedenimiz ayak uydurmuş ama ruhumuz geride kalmış durumda. Ruhumuz silikleşen cümleler gibi bedenimizden usul usul uzaklaşıyor, eksik cümlelerden kendimizi tanıyamıyor, kimliğimizi bile kesin olarak kabul etmiyor, kendimize de birbirimize de yabancılaşıyoruz.Bizi “bir başkası” hissettiren bu başkalık, belki de buradan geliyor. Bir tek ve aynı kişi olarak kalmayı başaramayışımız. Daha önce hiç görülmemiş, kimsenin ruhunun duymadığı kültürel ve ahlaki bir sarsıntıdır ‘’ruhlarımızın sessizce kayboluşu’’.


“Modern dünya” nedir, çok iyi biliyoruz ama “modern insan” nasıl olur onun hakkında henüz pek bir şey bilmiyoruz. Dünya nefes alan canlılarla dolu ve bizler nefes alıp verirken yeryüzüyle aynı anda nefes alıp veremiyoruz. Doğanın ruhunu ele geçirdik ve içerisinde nefes dahi alamadığımız kurak şehirler inşa ettik.


Bize ilerleme olarak görünen çağdaş tarihimizin aslında gerileme dönemini yaşıyoruz. Hiçbir gücün iadesini yapamayacağı zamanımızı yitiriyoruz ve kitabımızın sayfaları da bu zamanla birlikte küfleniyor. Adeta zamanın oku ruhumuza saplanmış ve çıkaramıyoruz.


Bugün varlığımızı ortaya çıkarmaya çalışsak, elimizde küflü ruhlardan başka bir şey olmayacak. Yeniden kendimiz ile özdeşleşebilmek, hissedebilmek için direnmeliyiz. Dünyayı algılama yeteneğimizi geliştirmeliyiz ki varoluşumuzu doğru bir zeminde arayabilelim. Her şeyi özgür irademizin süzgecinden geçirerek görmeli ve doğru tanılar koyabilmeliyiz. Yalnızca içinde bulunduğumuz çevreyi, yani sadece kendi rafımızı değil, yaşamın bütün görünüş ve alanlarını belirleyen o kitaplığı düşünmeliyiz. Böylelikle tarihin tozlu raflarında “unutulan” değil “tarihin unutamadığı” eserlere dönüşürüz.