Avrupa'da çeşitli ekonomik ve kültürel sebeplerle başlayan Coğrafi Keşifler, ardından elde edilen yeni sahaların sömürgeleştirilmesiyle doğan geniş üretim arazileri ve buralardan çıkan artı ürünlerle, bu ürünlerin yoğun bir şekilde tüm pazarlara nakli olayı, hızla büyüyen bir ticaret ağına dönmüştü. Sanayi devrimiyle Avrupa'nın kendisinde de kısa sürede hayli gelişen mekanik üretimin de doğrudan etkisiyle büyüyen ticaret, diğer kıtalardan toplanan mahsullerle de birlikte başka türden bir faaliyete dönüştü adeta, o güne kadar olan tüccarlık anlayışını aşan ve neredeyse yeni bir etkinlik olarak var olan bir faaliyet... Teknolojinin de yine sanayi devrimiyle birlikte, dönemin ihtiyaçlarına paralel olarak hızla gelişmesi, ulaşım kanallarını hızla genişletti, iletişim denen olgu da yeni icatlar ve varyasyonlar eşliğinde tarihin en büyük çapına ulaştı. Finansal anlamda ortaya çıkan entegrasyon ihtiyaçları, karşılıklı taleplerin doğrultusunda oluşuyordu şüphesiz. Kendisinde olmayanı (ya da yeterince olmayanı) isteyen taraflar daha çok talep ettikçe, arzın buna yetişmek üzere dünyanın her tarafında hızını artırmaya çalışmasına, politik boyutta etkiler görülmeye başlanması da eklendi. Siyasi yapılar, devletler de bu doğrultuda politikalara yönelerek, Afrika ve Güney Amerika başta olmak üzere yeni pazarlarda daha çok üretim ve hâsılat için rekabetin boyutunu artırdılar. Böylece işler, son derece acı verici sömürge hareketlerinden, Dünya Savaşlarına kadar uzandı. Bu büyük "birbirine geçme", farklı topraklardaki yapıların iç içe olma ve eş zamanlı, birlikte hareket etmeye başlama mefhumuna "küreselleşme" dedik...


Nelere sebep oldu bu yeni fenomen peki? Olumsuz olanlardan başlayacağım tarafımı belli etmek için. Ekonomik eşitsizlik, insan hakları sorunları ve sosyal problemler, çevre sorunları, olumsuz siyasî etkiler... Ekonomik büyüme, istihdam, kültürel çeşitlilik, teknolojide iyileşme, bilgiye erişimin kolaylaşması ve olumlu siyasi/sosyal etkiler gibi pozitif sonuçlar da sayılabilir. Biraz açmaya çalışalım bunları...


Serbest piyasa ekonomisinin önünün açılması, malum, sınırların kalkması demek. Sınırlar kalkınca da, ucu bucağı olmayan bir makas aralığı oluşabiliyor büyük firmalarla küçük işletmeler ya da bunların sahipleriyle, geçimini buralarda çalışarak sağlayanlar arasında. Gelir ve zenginlik dağılımındaki bu eşitsizlik, maalesef tolere edilemez bir problem olarak duruyor karşımızda. Dünyanın dört bir yanına dağılan şirketlerde ucuz iş gücü talebi, bazı ülkelerde işçi sömürüsüne, hatta çocuk işçi çalıştırılmasına varan insan hakları sorunlarına kapı açıyor günümüzde süreğen bir şekilde. Aynı küresel kazanç hırsı, doğal kaynakların sürdürülemez bir şekilde sömürülmesine, çevre sorunlarına büyükçe eklemeler yapmaya da gidiyor. Ormansızlaştırma ve çevre kirliliği, bu anlamda en öne çıkan sonuçlar... Uluslararası boyutta yapılan ticaret anlaşmaları, ülkelerin sınırlarını aştıkça, kapsadığı ülkelerin siyasi bağımsızlığına ve bütünlüğüne zarar vermek konusunda hiç de çekimser davranmıyor. Bunlar göze alındığında, küreselleşmenin ahlâkî boyutu bizi epey ikna ediyor karşısında durmak konusunda. Hadi, bir de savunucuların argümanlarına bakalım.


Uluslararası ticaretin artmasıyla, farklı ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler güçlenince iş fırsatları artarak iktisadî büyüme gerçekleşebiliyor. İstihdam, tek başına bile dünyanın hemen her yerinde önemli bir kriter, malum. Bilgi ve teknolojinin hızlı bir şekilde yayılmasıyla, teknolojideki iyileşme (teknoloji bu anlamda deyim yerindeyse refleksif bir süreçten geçiyor) çok daha kısa sürelerde uzun mesafeler katedebiliyor, böyle olunca da bir yerde gerçekleşen yenilik, her tarafta neredeyse eş zamanlı olarak hayata katılabiliyor. Bunların uzantısı olarak, sağlık hizmetlerinin iyileşmesini, inovasyonu, daha iyi yaşam standartlarının oluştuğunu(?) ifade edenler de var. Tartışılır bana kalırsa... Kendi adıma küreselleşmenin en cezbedici yönüyse dünyanın kültürel anlamda birbirine bağlanması...


İnsan ömrünün ortalama süresi baz alınınca, yaşayacağımız şu kısa hayatta ne kadar fazla insanla, kültürle, ne kadar çok çeşitlilikle bir arada ve mutluluk içinde vakit geçirirsek o kadar iyi, değil mi? Dünyanın bir "global köy"e dönmesinin en büyük artısı bu bana kalırsa. Tabii ki dünya bu olguyla birlikte cennete dönmüyor fakat bir aradalık, farklılıkları görüp kabul etmek, içselleştirmek, ırkçılığı, ayrımcılığı pratikte törpüleyebilecek etkenler olarak gayet hoş geliyor benim kulağıma. Farklı etkenlerle bunların olumsuz versiyonları da su yüzüne çıkabiliyor bu günlerde elbet ama, faturayı bu şablona kesmek pek adil değil tabii.


Tüm bunlarla birlikte, bu büyük iç içe geçme olayının teoride gayet iyi durduğunu, hatta vadettiği ve gerçekleştirdiği şeylerin bir kısmının son derece iyi olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Fakat bahsettiğim insan hakları ihlalleri, eşitsizlik sonuçları gibi parametreler elbette tartışmaya açık değil. Buralarda mesele, anladığım kadarıyla bu "bir arada olma" durumuna değil, kapitalizmin sınır tanımaz hırsına ve önüne kattığını yıkıp geçme alışkanlığına setler çekilebilmesinde duruyor. Peki, kim yapacak bunları? Devletler, sivil toplum kuruluşları, halklar, bizzat küreselleşirken iç içe geçen yapıların hemen hepsi. Olumlu taraflarını cebimize koyarken, olumsuz taraflarını kaldırıp atmak üzerine tutumlar sergilemek hepimizin borcu şüphesiz...