"Bugün," diye başladı yavaşça, kürsüdeki. "Çocuklar için konuşuyorum. Duyanlar, sağırlar ve duymasına izin verilmeyenler için. Görenler, körler ve görmesine itiraz edilenler için. Konuşanlar, dilsizler ve susturulanlar için." Sesi gürlük kazandı ve gözlerine fer indi. "Afgan, Türk, Kürt, Suriyeli, Faslı, Ermeni, Azerbaycanlı, İsrailli, Yunan çocuklar için konuşuyorum bugün." Sözcükler ağzından vecd ile çıkıyor, seyircinin kulaklarına gurur ve umut dolu bir melodiyle akıyordu. Yolda durup dinleyenler tepkisizdi. "Hristiyanı, müslümanı, Yahudisi için konuşuyorum. Katolik'i, Hanifi'si, Ortodoks'lusu için konuşuyorum." Sesi rüzgar gibi akıyor, diksiyonunun düzgünlüğü göz önüne seriliyordu. "Eli ayağı nasır tutan, elinden ayakkabı boyası, cila eksik olmayan, tarla ekmekten kamburu çıkan, çuvallar, tuğlalar altında bedeni kaybolan, on dört saatlik emeği sakız parasına yorulan çocuklar için konuşuyorum." Kürsüye çıkmanın verdiği heyecan ve mutluluk sarf ettiği her sözcükte dünyada yaşananlara karşı duyulan bir öfke, hayal kırıklığı ve hüzün emaresine yoğuruluyor, insanların hareketsiz uyuşuk bakışları sinirlerini bozuyor ve diksiyonu bir duygular seli eşliğinde gitgide bozuluyor, değişik tonlara kayıyordu."