I. (Kral)

Örs

İşte çekiçsizleşmek gibi körpe bir çiçeği dövmeye

Neyi gerek eliyle, bir tutam sıcaktan başka

Bir yudum derken derhal tövbesiz suyu genizleştirir, 

Kızgın demire su, revaca kalkmış bir şahlığı andıradursun

Biraz ferahlamaya itten köpekten başka nemize gerek, tuluat 


Tacı yoktur, çıplak değildir, gölgesi koydan koya

Yelkenlerin bakıra düğmelenmesinden uçsuz bir hat

Çıkarır ki bu köprücüğünde kuru deniz kokutur

Ki bu bütün bütün arsızlıktır, 

Ki bu bütün gökleri terazisiz pazarında revaca sürükler, 

Lümpen bir bahçesi olur köşesinde ağaçsız, ölüyorum bu, düşüyorum bu, 

Dallarında çaput yoksa, kafasında çaput tasarısındadır


Tersi lekeli bir tavus kanadını andırır, saçlarında atları

Eyer tutmaz eski yılkılardansa ehlileştirilmiş bir avuç içi kadar uysaldır, inan

Eşeyli bir tiranlıktan arta kalmış kuşlar kadar kuytudur

Dersem inan, ukte olarak kalmış bir bimârın intiharıdır

Kanındaki sokağın ortası, ve logaritmik dersem inanma

inanmak çok aritmetik değildir

Ve logaritmik girdapların ortasındayım şimdi, 


II. (Kraliçe)

Bir çekiç

Bir kuş ayağıyla bir dişi vurulduysa gökte

Şimdi onun kılı gibi bir kıyamet kopuşturuluyor tırnağında

Bir ulak bir elçi bir ketamin 

Bir teker bir kulak allahuekber

Bir tiran devrildiyse kılı kıkırdak kıvamında açılmıştır

Elindeki kafasının tasıdır kırk yardığı kılı, bir tiran devrildiyse ah-

Bu, bir kanadın gerilmesi kadar olağanüstü bir nitelik taşır, kekremsiyse tövbesi rabbim, cebirsizliktir

Bu, bir adamın doğalsız öldürülmesi kadar bir şey gizler, hayaldir, bir şeydir, 

Elimi tut, göğe uzan, öp, bir şey yap


Asılsız yularlardan gelişi güzel

Ve nasırlı bir şekle açar güllerimiz, tüllerimiz ve püskülleriyle tenim sebata dikişli

Şimdi içeride bir ölü var, şimdi içeriye bir ölü girecek

Musaya sözümüz ki tufana teslim-iz ve zişân bir pes edişteyiz, zişân

Guguksuz bu saatler, ne içerideki gibi uyumaktır o! 

Ziyana tebliğle gökten bize indirilen esasında ümittir

Ümitse kapıyı kıra kıra açtıran bir gölge doğurur

Çıplak ayaklarımızdan trenler geçer, trenlerin hepsini yıkamış gibi bir şafaktır, raylı gözümüz 


Eliyle kellemi diktiği yer kadar genişler,

Ayak topuğuna değen, başında haricî ırgatlar

Kiramen katibin omzunda iki senden, bir benden geçer

İşte yine nadas diyor, işte sabah diyor oluyor, üç öğün annem, beş vakit babam

Eşref saati damarımdan geçer ki sezerim, beni katletmekle yeksân, ben o kuşu bilirim 

Süzdüğüyle sezdiği elimin dibinde helalleşen iki at kestanesi

Ve testeresiyle ursula kamyonundan hallolan eski bir bey teranesi kadar oruçsuzdur 


Şimdi açan güller, şimdi yıllar diye geçen birden, 

Şimdi kapanan tüller, kuşlar diye uçan öyle böyle yerlere 

Görmeli ki seni sevenlerle beni sevenler ve birkaç mezar taşı

Ve karşımızda kurtuba'yla birkaç dağ ve bir eski dağ efsanesi

Eliyle kellemi diktiği yer kadar genişler gözbebeğimde 

Ayak topuğuna değerse kalk, başındaki haricî ırgatlar


Ona selam durduysam güneşi hergeleye dövdürttüğümden

Ve öksürdüğümse kanlı canlı bir bedenin yitimi,

Ölüm onulursa eğer koynunda, hayali kalmışsa bir defayla mahsus

Bir dileği bir çiçekle gerçekleştirmenin nemize gerekmesidir, ömür dedikleri! 

Ortaklaşa hiç uykuda hırsızlarımız gez göz arpacık

 -takribî otuz iki diş tek tırnak ve biraz boyun ağrısı-

Hıncımızda kaşmir var ki tek gözüyle apaçık izliyor haliyle fırtınayı korkarım, 

korkarım ki öfkem bir gazaptan öte perilerle cinlerin ihanetinden çıkmadır

-kafam gibi içi tartışmalarım- 


III. (Kale)

Bir çivilenmek eylem-darlığımız, 

Sarnıçlıysa altımız ve ağzımızın ortasının sütunlarıyla tutulu, görkem görkem görkem 

Ellerimizle kurduğumuz kaç çatı kırması düştü içeriye, 

Kaç dün gece kurakladı şafaksız ansızın

Vakitlerimle el oyması, keline vurulan soytarılarıyla bir kale

Yele savuran aslanlarıyla bir kale yarması


Kurşun ve top izleriyle bittamam, bittabî


Esasında kamışlıdır ve şekerdendir, göremezsiniz

Kamış şekerleriyle halıdan dokuma bıyıklı duvarları

Sana yakınsam ensenden hali hazır çiçeklerimiz de öyle.

Ardına kadar kapalıdır bir menteşesiz kapı kayıntısı da öyle. 

Dik göz kapaklarımı görülmesin öldüğünüz

Ağzına kadar açık bomboş bir hazine sandığıyla rüyalarımızdaki akının

Dik dudaklarımı duyulmasın öldürdüklerimiz

Altımıza okurdu davayı yarabbi, altımıza dokunurdu halılar, yarabbi! 


Bir mıhla sırlayın ki duyulmasın ağladığı

O taşlı şeylerin, o duvarlarından sızdırdığı

Kaç iğneyle kaç ipliğe gerek, iki gözyaşının birbirine bağı

Yaşları duyulmasın, ki ırzlı dişleriyle yamyamlar

Ki uslu tırpanlarıyla köpekler var, gerdanımızdan sarkan zindanlarımızda

Gerdanımızdan sarkan ölüler var, bir namlunun kaydırdığı

Tutmalar var, sıtmalar var,