Kuşlar.
Özgürlüğün bir melodi gibi ezberlenebileceği yanılsamasını taşıyan, kanatlarının ucu yaralı, yorgun yaratıklar. Her çırpış kanatlarını, gökyüzüne yazılmış bir isyan gibi görünür insana; ardında bir hevesin izini bırakan. Sanki her uçuşları, varoluşun ağırlığını sırtlarında taşıyan biz insanlara, hayatın ne olduğunu fısıldar gibi: Tüylerinde barındırdıklarının özgürlük değil, varlığın kaçınılmazlığı olduğunu.
Kendini ifade etmeye çalışan herkes en az kuşlar kadar yaralıdır. Yazmak, çizmek, düşünmek ya da yaratmak—bunların hiçbiri özgürlükle bağdaştırılamaz. Bunlar bir mücadelenin semptomlarıdır; insanın içindeki karanlığı bölmek, onu anlamaya çalışmak ve kendine bir yol açmak için giriştiği yorucu bir uğraş. Her kelime, her çizgi, her düşünce, tıpkı kuşların kanat çırpışları gibi, biraz daha derinleştirir yaraları.
Kanamaktır kanatlanmak.
Gri şehir, ufukta yükselen bir duvar gibi. İçinde kaybolan yetişkinler: zamanın içinde betonun döküntülerin, taşın tozuna karışan yüzler. Ama bir yerlerde çocuklar var, ışık dolu çığlıkları griyi yaran. Onların çığlıklarında gizli bir özgürlük tohumu; molozların arasından filizleneme çabalayan.
Yine de, göklere ulaşma güdümünde bir ışık gibi süzülen ve dört duvara hapsedilmiş her yetişkinin umudu, bir çocuğun sesinde saklı.
Ben ise, kendimi bir kafesin paslı zincirlerine tutunurken bulan bir âdemoğlu. Ellerim zincirlerden sıyrıldıkça zamanın küf kokusu dolanıyor burnuma. Zincirler çözülmek bilmiyor; çözülse de ardında başka bir tutsaklık bırakan, başka bir hapishane kuran duvarlar karşıma çıkıyor. Her gece bu duvarlar hesap soruyor bana. O duvarlara kazınan gözyaşlarım, ne bir kuşun uçuşuna benziyor ne de çocukların çığlığına. Çünkü benim gökyüzüm, bir tavandan ibaret.
Kış bastırınca, kuşların kanatlarındaki özgürlük yanılsaması da kayboluyor. Soğuk, rüzgâr ve açlık, göğü daraltınca, uçmanın bir tercih değil zorunluluk olduğunu hatırlatıyorlar göç yoluna düşerken: unutmayasınız insanlık, bu özgürleşmek değil, yalnızca hayatta kalmak için boyun eğiş. Gökyüzünü terk etmezler elbet fakat ona bağlılıkları, onları bir pranga gibi sürükler. Yer değiştirmek, hayatta kalmanın bir gereği; özgürlük değil.
Uçma yetisi, onların özgürlüğü değil, göklere olan zincirleridir. Çünkü uçmak, bir varoluş biçimi değil, bir kaçıştır. Her kanat, yeni bir hayatta kalma mücadelesi, yeni bir yere sığınma arayışı için çırpınır. Özgürlük, bir yer değiştirme eyleminde değil, bulunduğun yerde köklenebilmekte saklıdır çünkü. Bundan ki kuşların hareketi, mevsimlerin ve doğanın emirlerine itaat etmekten öteye geçemez.
Yine de insan, kuşları izlerken özgürlüğün sembolü sanır onları. Oysa o uçuşlarda, tıpkı kendi yaşamındaki gibi, varoluşun baskısına karşı bir boyun eğiş vardır. Gökyüzü geniştir; ama kış bastırınca, kuşlar dahi özgürlük yanılsamasını hatırlatır insana.
Dolayısıyla ne kuşlar hür, ne de ben. En azından gökyüzünü taşıyor onlar kanatlarında; ben ise odamın soğuk devinimsizliğini. Bir uçurumdan ibaretim, kenarında benin kendine çarparak derinleştiği.