Buca'da, Halkbank'ın önünde bankaya bir an evvel girme telaşı ve epeydir ayakta beklemenin yorgunluğu ile gerilmiş bir kuyruğun içindeyim. Önümde yirmi beş ve ardımda da bir on kişi var sanırım. Bankanın betondan bir bahçesi var ve burada tek bir gölge bile yok. Başıma güneş vurdukça aklıma, üniversite yıllarımda uydurduğum bir oyun geliyor.

Bu, meslek bulma oyunu. Sırada bekleyenlere kaçamak bakışlar atarak içimden her biri için tipleri ile uyumlu bir meslek uyduruyorum.

Mesela bu esmer ve bıyıklı dayı kesin PTT emeklisidir, şu bardak dibi gözlüklü kıvırcık abla da okul memuresidir. Oyun bu kadar değil elbette. Bazen her bir tipe kendimce karakter özelliği bile atıyorum. Eh, oyun benim değil mi? Mesela şu kel, çerçevesiz gözlüklü uzun ve zayıf gencin ismi Engin olmalı ve evde bulaşıkları da o yıkamalı bence. Hemen iki arkamdaki büyük yuvarlak küpeler takan pırasa saçlı kız da soğanı çok sevmesine rağmen kokar diye yiyemiyordur ki bundan neredeyse eminim...


Güneş ve maske birleşince demek ki böyle yan etkileri oluyor bende. Ha bir de dilime dolanmış bir türkü var, onu fark ettim. Az önce iç sesimle oyun oynarken bile üçüncü bir ses hiç durmadan türkü söylüyordu. Bir Erzurum oyun havası bu:


Kavurma koydum tasa

Ağam yar paşam yar

Doldurdum basa basa di gel gel 

Benim yarim çok güzel

Ağam yar paşam yar

Azıcık boydan kısa di gel gel"  


Şimdi yeni bir oyun icat ettim, zihnimi başa sarmak. Bu türkü nereden dolandı dilime, muhakkak bulmalıyım. Gece mi dinledim acaba diyorum, hayır. Sabah radyoda da çalmadı ama şöyle bir şey hatırlıyorum, sabahları böyle erken saatlerde otomobile bindiğimde aynaya havlu bağlayıp halay havası çalmayı hayal ederdim bir aralar. Bu sabah abim beni bankaya bırakırken de aynı şey aklıma gelmişti. Halay havası çalarak aynalarda havluyla sabahın sekizinde mahallede turlamak...

Evet, ilginç bir fantezi olduğunu kabul etmeliyim. Nerede kalmıştım? Evet, banka kuyruğu ve halay...


Etrafıma bakıyorum sinsi sinsi. Yine kimselere fark ettirmeden bir sahne kuruyorum zihnimde. Şimdi mesela önümdeki ve ardımdaki dayıların boyunlarına bir anda kolumu dolasam ve "kavurma koydum tasa..." diye türküye girsem nasıl olur? Önce şaşırıp sonra eşlik etseler bana... Ağzımızda maske, ayağımızda ucuz terliklerle halay çeksek üç kişi. Önce kuyruktakiler, sonra yoldan geçip gidenler bize bakıp gülse... Elbette bence de komik oluruz ama çok da keyif alırım, eminim. 


Biliyorum, saçma bir oyun bu ama bazen saçmalamak istiyor insan. Şimdi tek başıma türkü söylesem şu kuyrukta, muhtemelen deli falan derler ama üç kişi türkü söylesek ve sonra da halay çeksek... Sanki bu sefer, saçma değil de eğlenceli olur gibi. Kim bilir, belki başkaları da katılır aramıza, öyle değil mi? Yahu saçmalamak için bile arkadaşa ihtiyaç var demek ki. 


Neyse, ben kuyruktaki efendi ve kibar adam rolüme geri döneyim. 


Ama arkadaş, şunu söylemesem de olmaz: Yaşasın saçmalamak!