Haylaz rüzgarlarla oynaşan yapraklar, usulca kendilerini toprağa bırakıyordu.Dağların yorgun omuzlarına sisler oturup kalmıştı. Nereye gitse götürdüğü gözleri ancak yağmurlarla arkadaşlık ediyordu. Bu arkadaşlığa eşlik eden şimşekler mutlak bir şeyler için uyarıyordu onu. Neydi bu uyarının sebebi,neydi tüm yollara gidip gelen ayaklarının bi çare kalışı ? Taşlar gibi kaskatı kesilmiş yüreği şimdi ürkek bir çocuk gibi ortada kalmıştı. Tüm yollara alışmış bedeni ne diye bir çivi gibi duvara çakılıp kalmıştı?
Terlikleriden taşan patikleri yorgunca artık suyu çekilmiş bir ovanın yanına yaklaşmıştı düpedüz buna şahit olmuş ve annesinin ellerini kavramış yavaş yavaş okşamaya başlamıştı. Ovaya varmıştı ama ovada su yoktu. Ellerinden kollarına varmıştı, hâlâ okşuyor... Ovadan medet umuyor, sussuz ne yapacağını düşünmek istemiyordu. Boğazı kuruyor,bedeni ateşler içinde kavruluyordu.
Annesinin ağzından zorla çıkan nefesi tam yutağına değip duruyordu. Bu kış günlerinde burayı sonsuz bir sessizlik örterdi. Kuşlar soğumuş olan ayaklarını ağaçlardan çeker, uzak yerlere gitmek için can atarlardı. Öylesine soğukluğu içine işlenmiş bu yerler insanın içindeki ateşi bulmaya sevk ederdi. Ayakta tedaviyi insan kendisine yapar, ilkinde bir sorun olmadığına inanırdı. İkinci tedaviye gidildiğinde, açık kalmış pencereden usulca içeri sinen o soğukluğu fark eder. İçeride oynayan perdelerde ki hüznü keşfederdi insan. Üçüncü de kaçış yoktu...
Yatakta öylesine yastığın renkli çiceklerinin üzerine serilmiş beyaz kar, yani annesinin saçları artık mücadeleyi bırakmıştı.
O bundan habersizce ocağa koyduğu çaydanlığın buharlanışın da silik görüntüsünün bir ömür devam edeceğini bilmiyordu. Biri hayattan eksilince, sizin netliğinizde gider kendinizi o silik görüntüyle başbaşa bulurdunuz.
Ve sesinizi o an keşfederdiniz,birinin ölümüyle... O da öyle fark etmişti sesini ve bir çığlık koparmıştı.
İlk öğrendiği kelimeyi son kez söylüyordu ama bu kez annesinin ışıltılı gözleri yoktu. Onun gözleri çok uzaklara gitmişti ve dönmeyecekti.
Yüreği daha fidanken ortadan kırılmıştı.
Artık dudakları bir toprak gibi çatlıyor ve çiçekler üstünde oynaşmıyordu. İçindeki habitat dengesini kaybediyor, kuşlar tek tek göçüyordu. O, iki kez yalnızlıkla yıkanmış ellerini başına götürüyor ufak ritimler ile yavaş yavaş vuruyordu. Birden içeriyi basan bir kalabalık bedenini kaplıyor, bir şeylerin iyi olacağını söylüyordu. Ova gitmişti, geyik ölmüştü sussuzluktan. İçini besleyen su çekilmişti. Annesinin gözlerini kapatan ellerini suçluyor tekrar başına vuruyordu.
Böylece yorgun bedenini ilk hastahanede buluyordu. Sonra tekrar kalabalıkta, sonra azalan bir grubun yanında, sonra iki kişilik sohbet sayılırsa konuşmada.
Sonra işte kendiyle kaldığında ...
O çaresiz kanatlarını betona vuran bir serçe gibi kalakaldı.
Elleri aceleyle bavula meyil verdi. Bir, iki, üç derken üstler birbirinin içine yumulup kaldı. Kapıya doğru ilerleyen ayakları ayakkabının içine girmek için can attı. Uykusuz gözleri sadece gitmek ateşiyle çalkalandı ve tuzlu bir su doğurdu kırmızılığında. Nereye ve niçin gittiğini bilemeden gitti. Ayakları sonunda onu bir kapının önüne koydu. Sanki ondan bağımsızcasına. Bir insan nasıl iyileştirdi?
Bir insanı ne altüst ederdi? Bunun cevabı onu saran kollardaydı.
Evet kanatlarınının yaralarını öptü. Aldı, bir yatağa koydu ve kurumuş dudaklarına can verdi. Onun için ne, neydi bilmiyordu ama soluk alıp verdiği beden başka bir bedene değdikce dirilesiyor, gözyaşları en azından akmayı bırakıyordu. İyileşiyordu en azından bu ona göre iyileşmekti. Aylar,ayları yiyip bitirirken. Ona acıyan gözlerde büyüdükçe büyüyordu.
Sevgi miydi? acımak mıydı? Emin değildi.
Kimi zaman tam tamına sevgiydi,kimi zaman acımaktı. Böyle zamanlarda Leyla da pek tanımıyordu kendini. Unutmuştu işte. Caner onu alsın ıslak elleriyle bir toprağa bıraksın oda öylece yeşilleneyim istiyordu. Yeni doğan bir bebek gibi. Bu istenci bir çürüyüşe dönmeden evveldi bunlar tabi. Tam bir şey olmayan bu ilişki gittikçe kendisine olan saygısını örseliyor. Bire bin katan acılarla daha da yanıyordu.bazı şeyler çok zordu, ölüm gibi... ama bazı şeylerde zordu.
O bazı şeyler Caner'in ona acıyan gözleriydi. O gözler kabus gibi göğsüne oturmuş kalmıştı.
Ve Caner için neydi Leyla? Aylar geçtikçe farkına vardı. Ondan bir dakika ayrılamayan elleri artık durdu. Ölüme alışmış duygu dünyası ayrılığa neden alışmasındı. Evet o hızla giden ayakları hızla geri dönüyordu.
O soğukluğa. O ölüme, o mermer taşına.
Biraz nemli camın yanaklarını okşadı önce, sonra son sese çekti telefonunu, o hüzünlü şarkı bir bıçak gibi döndükçe döndü içinde.