Bile bile düştüğüm kuyularda gel, kurtar beni. Sonrasını birlikte düşünelim. Sonunu düşünen kahraman olamaz, derler.
Olsun! Biz seninle sonların kahramanı, sonlananların kahramanı olalım. Benim pelerinim mor olsun. Severim moru. Seni bilmem, belki pelerin istemezsin. Elimizde son model telefonlar mı olsun yoksa radyo mu?
Radyo olsun elimizde, biz kendimizin kahramanıyız. Kulağımızda sen gamlı hazan. Bu dünyada neyi neresinden tutsak elimizde kaldı. Zaten bu gidişle dünya da tası tarağı toplayacak.
Şu sıralar gökten beyaz taneler yağıyor. Ara ara sevgim acıyor. Bir de malum virüs işte. Neler oluyor böyle dünyada?
Bugün, her gün gittiğim bir yere gittim. İstanbul’un tepelerinden biri, ne olmuş bir görsen! Ağaçlar yerle bir, birçok ağaç devrilmiş. Bir köşede kardan deliye dönen biz. Ne yapmalı, bilmem. Sevindirirken de düşündürüyor sanki. Keşke düşünsek. Nilgün Marmara’nın bir şiiri var: Düşü Ne Biliyorum.
Birden aklıma geldi işte. Ne severim kendisini! İnsanlık artık ne düşü biliyor ne de düşünebiliyor. Bile bile yaptık ne yaptıysak. Geçen biri nezaketli bir davranışım sonrası teşekkür etti. Bir ben mi şaşırıyorum acaba? Her şeyi geçtim, ne çok markete gidiyoruz böyle. Ne tüketiyoruz ama! Biraz dünyadan biraz ömürden.
Yürüyüşlere çıkıyorum ara ara, yol kenarlarında maskeler görüyorum. Yeni bir bitki örtüsü herhalde. Yeni normal, pek normal gelmiyor bana. Sanırım epey yaş aldım bu sürede. Eski keyfimi kaybettim. Yarım yarım her şey, yarın belirsiz. Gerçi zaten hep öyleydi. Demek yeni farkına varıyorum. Uyuyorum, uyanıyorum aynı her şey; değişen yaşam enerjim ve hevesim. Bir gün çok sinirli, ertesi gün çok mutlu oluyorum. Benim de iklimim değişti, anlıyorum.