Bu Manifesto, @üçüncü ile birlikte yazılmış, hayal dünyasından ve fikirlerinden etkilenerek sonu görmüştür. (kendisi son cümleyi inkar edecektir... Çizim de kedisine aittir.)
Elinde flamasını germiş göğsünü gererek yürüyor bir kız çocuğu. Memeleri yeni çıkmış ve göze çarpmıyor. Altına giydiği taytta hafif büyük, paçaları bol gelmiş. Flamasında ‘’Pazar’a gitmekten nefret ediyorum!’’ yazıyor. Yaşından büyük bir edayla, topladığı saçlarını savurarak ve görgüsüzce çiğniyor ağzındaki sakızı. Cak cak diye sesler çıkarıyor. Yüzünde bunalmış bir ifade var.
Kızın adımları oldukça lakayıt. İlerlemek için değil yürümek için yürüyor. Diğer elinde de kalınca bir sözlük, kırmızı canlı bir kapakla, kızdan daha çok dikkat çeken. Çocuğun küçük elleri kitabı kavramakta zorlanıyor.
-Pazar’a gitmemek gerektiğini sana bu kitap mı öğretti? Diye bağırıyor yolun kenarındaki durakta dikilen başka bir çocuk. Bu çocuğun saçları kırlaşmış, gözleri de bozuk. Üstüne pembe bir şort tulum giymiş. Dizleri çarpık, kamburu çıkmış. Konuşurken diş telleri göze çarpıyor. Küçücük ağzı kocaman olmuş. Bazı harfleri yutarak farklı bir aksanla konuşuyor. Birçoklarına tatlı gelecek bu hali, kız çocuğunu rahatsız ediyor. Flamasını indirip çocuğa dönüyor. Çocuk biraz arkasında kalmış, gözünün ucuyla bakıyor, üstten bir bakışla, hafif geriye doğru ama kendini pek zorlamadan.
-Sen mi dedin onu? Diye soruyor.
-Evet, diye cevaplıyor çocuk. Şu sözlüğü sana kim verdi, niye böyle sinirlisin? Hem o ne sözlüğü? Ne yazıyor içinde?
Diye sorularını bir nefeste sıralıyor.
-Çok meraklısın diyerek bir oflamayla göz deviriyor kız. Ve kalın kitabı yere doğru fırlatıyor. Kitap sürünerek durağa, çocuğun yanına ilişiyor. Çocuk pörtlettiği gözleri, heyecandan salyası akan ağzıyla sevinç çığlıkları atarak yere atlıyor. Kitabı tuttuğu gibi duraktaki banka oturuyor ve kırmızı kapağı hızla açıyor.
-İşte göreceğin şey buydu, diye mırıldanıyor kız ve flamasını yeniden gererek yürüyüşüne devam ediyor.
Çocuk kitabı açtığında suratındaki sevinç ifadesi gölgelendi. Biraz kafası karıştı, pek zeki bir çocuk değildi. Annesi bunu her gün hatırlatırdı. Kafasını kitaptan kaldırıp flamasını taşıyan kıza baktı. Üstüne bir pelerin vardı, altında yırtık bir etek, ayaklarında kıpkırmızı bir botla sert adımlarla ve gururla sokağı arşınlıyordu.
Kız gözden kaybolduktan sonra kitabı koltuk altına sıkıştırıp hemencecik fırının yolunu tutu. Annesi yine kızacaktı, suratında beş parmağın izi çıkacaktı. Ama umurunda değildi, içinde bir heyecan vardı. Kafasında yeni şeylerin fitili ateşlenmişti. Dişi gözüktü, alnından ter aktı. Koşan adımlarla değil ama yavaş adımlarla da hiç değil, sadece yürüdü.
Fırında kıllı, kocaman bıyıklı adam elindeki sigarasını içerek ekmek poşetini uzattı.
Gözleri büyüktü, kaşları ise daha büyük. “Dikkat et evlat, yine bir şeyleri protesto etmek isteyen sinsiler var etrafta,” dedi gizemle. Çocuk pek oralı olmadı, bakkalcının söyledikleri anlamsız kelimelere dönüşmüştü çokça. Gecen geldiğin, karısının uzaylılarla aldattığından yakınıyordu. Daha böyle bir sürü şeylerle falan hikayeleri ve fikirleri vardı. Çocuk teşekkür edip eve yollandı.
Terlemişti. Koltuk altındaki kitap büyük ve uzun süre tutmak için harcadığı efordan yormuştu. Evinin zilini çaldı. Kapı aralandı ve bir tokat suratına indi. Beceriksiz dedi annesi, bir halt olmaz dedi annesi. Çocuk buna da alışmıştı. Hayatı alıştıklarına karşı gülümsemekle geçiyordu. Bunu düşünmüştü. Kütüphanede bulduğu bilge adamlar gibi kafa yormuştu. Gülümsemek diye düşünmüştü, büyük adamların siktir git demesi gibi bir şeydi onun için. Annesine bunu söyleyemezdi. O da kendince annesine karşı çıkıyordu. Gülüyordu.
Götüne bir tekme yiyerek odasına şutlandı. Küçük bir yerdi odası. Abisi, arkadaşlarıyla köpekleri birbirleriyle dövüştürmekle meşgulken, yalnız kalabildiği için tanrısına şükretti. Hemen yatağına atlayıp kitabı açtı.
Kitap kocamandı. Deri bir çitli sarmalanmıştı. Rengi göz alıcı kırmızılıktaydı. Sanki bir hazinenin gizli anahtarı gibi duruyordu. Çocuk kitabı araladı; kocaman yazılar, elle sayfaları yırtacak kadar derine yazılmış mürekkep, etrafa yayılmıştı biraz. Çocuk büyülendi. Sanki kimsenin sahip olamadığı bir şey vardı elinde. Kendini özel hissetti. Dur, bir de o kız. Kitabı ondan almıştı sonuçta.
Kitabın içinde kocaman yazılarla maddeler vardı. Neden pazarın saçma olduğunu söylüyordu. Hayır, bunu kelimelerle haykırıyordu resmen. Saçma diyordu. Pazar kültürü biz çocukların varlığına hakaret ediyor, diyordu. Madde made bunun nedenlerini sıralıyordu.
Çocuğun en beğendi madde yedinci oldu; bir karınca yuvasıyla oynayan bir çocuğa, ablasının balkondan bağırıp annen yolda, pazardan geliyor yardıma git demesi, onun karşısındakine karşı yapılmış çirkin bir hareketin olağan dışı yansımasıdır. Çocuk karınca ve kendi arasında benliğini ararken, ölüm kalım meselesiyle kandırılıp, öz benliğine karşı işlenmiş bir suça teşvik eder. Kınıyoruz, diye bitiyordu.
Çocuk büyülenmişti. Çok haklıydı. Kim bunu yazmış bilmiyordu, gerçi o kızın yazdığını tahmin edebiliyordu. O sert yürüyüşü gibi kelimeleri onu çağrıştırıyordu kafasında.
Ayağa kalktı çocuk. Annesi mutfakta yemek yaparken bir yandan bulaşıklarla boğuşuyordu. Gözükmeden yatak odasına daldı ve annesinin hiç kullanmadığı ama bir gün kullanırım diye sakladığı kumaşlarını kullanmak için çaldı. Fazla bir şey almadı. Bir flama olacak kadar küçücük bir şey çalmıştı ama yüreği ağzına gelmişti çalarken. Hemen bir gülümseme koyuverdi.
Odasına tekrar girerken yeşil kumaşın üstüne abisinin çantasından aldığı pilot kalemle, pazarı istemiyoruz, pazar ruhumuzun hırsızı yazdı. Yazdığı şeye baktığında pek tatmin olmasa da iş görürdü işte. Aslında kızın kitabından kelimeleri çalmıştı. Güzel kelimelerdi sonuçta. Kendisinin akıl edemeyeceği kadar güzeldi.
Gece olduğunda, abisi çantasını karıştırdığını anlayıp bir tokat atmıştı. Annesi de üzerine azarlamıştı, abinin çantasını karıştırma diye. Yatağa, yorganın altına giderken gülümsediği suratı ıslaktı. Burnunu çektiği anlaşılmasın diye, hıçkırıklarını boğazında durması için emir verdi. Pek oralı olmadılar ama azmadılar da.
Ertesi sabah, pazar çatıp geldi. Giysisini özenerek katladığı yerden çıkartıp giydi ve bahçeye indi. Ceviz ağacın ince dallarına çıkıp oradaki karıncalarla oynadı biraz. V şeklinde bir dal gördüğünde bundan güzel sapan dedi, kafasına kazıdı ve işte o beklediği bağrış evinin penceresinden yükseldi. “Kerim, anne aradı, git pazarda. Seni bekliyor,” diye bağırdı abisi. Büyük ihtimalle göbeğini kaşırken televizyon başında telefonla uğraşıyordu.
Hemen indi ağaçtan. Karıncalardan özür diledi ve sizin için direnicim diyerek bahçenin arkasına gitti. Özenle sakladığı flamayı yerinden çıkartıp sırtladı ve üstüne yırtık bir ceket alıp yola çıktı. Komşuları, komşularının çocukları, arabada giden adamlar ve ağzında sigara olan adamların bakışları üstündeydi. Kendini güçlü hissediyordu. İlk defa gülümsemekten başka bir silahı vardı.
Pazar mahallesine yakındı. Bir on dakikalık mesafesi vardı. Yürüdü çocuk gururla, bakışları aldırmayarak.
Pazar gözüktüğünde göğsünü gerdi ve omuzlarını dikleştirip o kız gibi, sert adımlar atan kız gibi yürümeye koyuldu. Herkes elindeki flamaya bakıp duruyordu. Bazıları alnını karıştırıp ne yazdığını anlamaya çalışıyor, diğerleri gülüyor, çocuklar ise kıskanç bakışlar atıyordu annelerinin elindeki poşetleri taşırken.
Pazarın içine girdi. Elinde satacağı çorapla kala kalan pazarcılar, çürük meyveleri kitlerken, insanlara yakalandığı hissiyle donan diğer pazarcılar, yumurtalarını dizerken, diğerlerini dürtüp çocuğa bakmasını söyleyen pazarcılar, hepsi çocuğa baka kaldı. Bazıları güldü diğerleri sinirlendi. Biri laf attı ama oralı olmadı çocuk.
Annesinin hikayelerde anlattığı Musa gibi pazarı deniz misali ikiye ayırıp yürüdü çocuk...
Ensesine sert bir tokatla yere kapaklandı. Gözleri kararmıştı. Bayrak elinde düşüp ayaklar altında ezilmişti. Gözleri doldu hemencecik ama gülümseyemedi. Geri dönüp baktığında, annesi iki elini beline koymuş, ellerinde torbalar. Sert bakışlar ve kafasında duman tüten sinir küpleriyle çocuğa bakıyordu.
“Ne halt ettiğini sanıyorsun,” deyip bir açıklama bekliyordu. Sonra açıklama beklemekten vazgeçmiş olmalı ki ensesinden tutuğu gibi hava kaldırdı. Çocuk ilk defa tekme atıp yumruklarıyla havayı döverken, annesine karşı geliyordu. Sonunda da başarmıştı. Annesinin apış arasına bir tekme yerleştirdiğini hissetti. Pazardan bir Oooo! diye toplu bir ses yükseldi. Çocuk kendini tekrar yerde buldu. Aklında bir tek şey geçiyordu flaması.
Annesi acı içinde kıvranırken, ağza gelmeyecek hakaretlerini sıraladı. Birbirinin üstüne kata kata, öfkenin melodisiyle, sözleri tehlikeli bir hal alıp, sonu hiç de iyi bitmeyecek şeylerin sinyalini yakıyordu.
Çocuk korktu, altına ıslatmaktan tırstı. Ne yaptığını fark etti tam özür dileyecekken bir el elini tuttu. Sıcaktı, güven verici ve narin. Kendisini annesinden ve kalabalıktan çıkarıp peşine takarak oradan uzaklaştırdı. Flama ayaklar altındaydı ama koşarak oradan uzaklaşıyordu.
Gözlerini kurtarıcısına kaydığında kızı gördü. Bu sefer kafasında botlarıyla uyumlu bir kırmızı şapka vardı. Adımları bir ceylan gibi sekiyordu. Kendisini bulutlarda sürüklüyor gibiydi.
Terk edilmiş bir evin yanında durdular. Çocuk bu evi perili diye bildiğinden, hep etrafını dolaşıp öyle okula giderdi. İlk de korktu ama kız onu dinlemeden elinden tutup içeri soktu.
İçerisinde bir koltuk vardı. İki tane bitki, vazolarında pencereden giren güneşle mayışmışlardı. Bir koltuk vardı yırtık ama temiz görünüyordu. Duvarda pastel boya ile yapılmış çizimlere hayranla baktı çocuk. Burası kızın sığınağı olmalıydı.
“Buranın perili olduğu yalanını ben sıktım dedi,” kız, sesinde gurur vardı.
Çocuk eğilmiş çizimleri incelerken ardına dönüp kıza “bende perili olduğunu sanıyordum dedi,”
“Fark ettim,” dedi kız. “Suratından anlaşılıyordu.”
“Beni kurtardın,” dedi çocuk.
“Yani biraz öyle oldu. Ama artık bizim bir mücadelemiz var. Birbirimizi kollamalıyız,” dedi kız. Dik ve sert bir şekilde. Elini açıp içine tükürdü. Uzattı. Çocuk tükür dolu ele bakıp “Biz mi?” dedi. Kız kafasını sallayarak elini işaret etti. Çocuk çekindi. Kafasında dolu korku dolu şeylerin ayak seslerini işitti. Bu sefer gülümsemeyeceğim diye kendine söz verdi. İçinden başka türlü yükselen bir alevle eline tükürdü ve kızın elini sıktı.
Ve kafa salladı.
Morpheus
2023-05-11T16:00:58+03:00Bende sana bayılıyorum be 😘
Morpheus
2023-05-11T16:00:21+03:00Yorumunuz için teşekürler 🙏
Üçüncü
2023-05-10T22:54:10+03:00Ah kedim ve siz.. Bayılıyorum sana🥴