Galaksinin iyiliği için bir çocuğun ölmesi gerekiyordu.


Bu düşünce her ne kadar Larn’ı rahatsız etse de profesyonel mesleğinin getirdiği kayıtsızlıkla omuz silkmeye çalıştı. Daha önce yaşlı insanları, insan olmayan canlılardan tutun, galaksinin yaşamını tehdit eden virüsleri bile yok etmişliği vardı. O zaman neden şimdilik aldığı bu brifingden rahatsız olmuştu? Duygularından arınmış, soğuk biriydi. Ve bu becerisinden dolayı iş hayatında hep takdirle karşılanmıştı Larn. Ama şimdi her ne kadar kayıtsız gibi dursa da ekranda dökülen kelimeler, beynine hücum ederken istemsizce melankoli bir tını vücudunu esir almıştı.


Küçük bir kız ve ölmesi gerekiyor. Her ne kadar kulağa çılgınca gelse de büyük bilgisayar işinde hiç hata yapmazdı ve Larn onca yıldan sonra bilgisayardan şüphelenecek kadar aptal değildi ama yine de…


“Sorun nedir Larn?” dedi Kelt elinde on dakikadır temizlediği silahtan başını kaldırarak.


“Sorun yok…” diyebildi Larn ancak kendisine dahi yabancı gelen sesi uzay gemisinde tuhaf bir tınıyla süzüldüğünü fark etti. “Sorun yok, sadece bu kadar küçük ve yazılana bakılırsa Tanrıların unuttuğu bir köyde yaşayan bir kızın galaksiyi nasıl tehlikeye attığını anlayamıyorum. Bu…”


“Tanrılar mı? Sen neden bahsediyorsun?” Kelt işini bırakmış, kafası karışmış bir şekilde Larn’a bakıyordu. Larn, dilinin ucunda biriken küfürleriyle birlikte yutkunmak zorunda kaldı.


Teoloji uzun zaman önce yasaklanmış, şiddet ve diğer tarz kitaplar gibi yakılıp ya da silinerek tarihin sahnesinden yok edilmişti. Ancak Larn’ın karaborsada tanığı bir elemanı, onu bu kültürden mahrum bırakmayacak kadar çok bağlantıları vardı ve elbette cebini boşaltacak kadar pahalıydı…


Kendisine bakan Kelt’in suratında bir şeyleri anladığına dair bir emare göremeyen Larn, rahatladı. “Tanrılar, şey, sadece arada sırada uydurduğum kelimeler işte. Bilirsin, çalışmak bazen sıkıcı olabiliyor.”


“Stresli olmanı anlıyorum… Bu son işin ve şimdiden emeklilik planlarını kuruyor olmalısın ha.” Masadaki bezi alarak silahını temizlemeye koyulurken gözleri LED ışıkları altında sakince Larn’a bakmayı sürdürdü. “Kızını daha yeni kaybettiğini biliyorum ama yok edeceğimiz çocuğun senin kızınla alakası yok.”


Larn, kendisini izleyen Kelt’in yakışıklı suratını yumruklamak istiyordu. Ancak onun yerine duygudan arındırmış sesiyle “Oradan aptalmışım gibi mi duruyorum?” dedi.

Afallayan Kelt, neredeyse elindeki tabancayı düşürecekti. “Hayır, sadece…”


“Bana bak Kelt.” Sesinde demiri kıracak bir sertlik kattı. “Daha önce kundaktaki bir bebeği atomlarına ayırdım. Galaksinin en pasif canlısı olan XORLK’lu yaşlı birini gözlerindeki yaşları yanaklarından akıp haklı olarak gelecekte yaptığı suç için neden cezalandırdığını söyledikten sonra kafasına iki delik açtım. Tüm bunlar ne gecemi kararttı ne omuzlarımda bir yüke dönüştü. Ben sadece işimi yaptım, tıpkı bir marangoz gibi... Yaptım çünkü büyük bilgisayar, galaksinin iyiliği için yapılması gerektiğini söyledi. Yaptım çünkü kundaktaki bebeğin babası bilim camiasında parlayan ve aynı zamanda narsist bir kişiliğe sahip biriydi ve çocuk, babasının DNA’sını paylaşıyordu. XORLK’lu ise büyük bir silah satıcısıydı. Yani hepsi; bir şekilde öngörülen bir gelecekte, öngörülen bir şekilde galaksiye zarar verecek bir ortamda büyüyorlardı. Ama şu anki işimiz sekiz yaşında köylü bir kız. Dünyasının en büyük icadı demiri eritip ilkel silahlar yapmak. İşte sorguladığım sorun bu… Diğer yandan yeni ölmüş bir kızın babası ve emekliliğine az kalmış birisi olarak duygularına yenik düşmüş bir ihtiyar olduğumu söylüyorsan bunu hakaret olarak algılarım.”


Larn, sözlerini bitirdiğinde dik durmaya ve suratını duygudan arındırmaya çalışan Kelt’in yanaklarının kızarmasını ve bakışlarının kaçırmasını büyük bir zevkle izledi. “Hayır, hakaret etmek gibi bir niyetim yoktu Larn.”


Larn başıyla onayladıktan sonra sandalyesini çevirip dışarıya, camın ardındaki gezegene bakmaya koyuldu. Kelt, bir süre silahıyla uğraştıktan sonra sessiz bir şekilde odayı terk ettiğinde Larn tuttuğu nefesini saldı. Kafasında dolanan kızının kahkahası; vücuduna saplanan cam parçaları gibi rahatsız etmeye, deşmeye başlamıştı. Larn, saldığı nefesini almakta zorlanırken Kelt’e sövdü: O… çocuğu.


O öldü. Karısı evi terk ettiğinde Larn’a “Duygusuz piç!” diye bağırmıştı. O öldü ve senin gözyaşların kuru.


Larn yılların verdiği tecrübeyle derin bir nefes alıp göğüs kafesini parçalamaya çalışan kalp atışlarını ve duygularını kontrol etmeye çalıştı. Vücudunu saran sıcaklık azaldı; kıyıyı döven sular, toprağı aşındıran rüzgârların dinmesi gibi duyguları yavaşça soluklaşıp yok oldu ve ardında sessiz bir fısıltı bıraktı. O öldü.

* * *

“Zaman geldi.” dedi Kelt psikolojik değerlendirme odasının kapısından seslenerek. Larn da bitişiğindeki odaya geçti. İçerisi damarlarında akan kanın sesini duyabilecek kadar sessizdi.


“Merhaba ajan Larn.” dedi bilgisayar.

“Başlayalım mı?”

Larn, uzun zamandır aldığı zen eğitiminin öğretilerini uygulayarak nabzını düşürüp bilincini temizledi, vücudundaki her kas ve beyninde gecen her düşünce artık onun kontrolündeydi. Başlayalım.

* * *

Bulutları yırtan bir ses gökyüzünde yankılandı, sert zemini ısıtacak kadar yoğun ışık huzmeleri devasa gövdeli bir ağacın yanında belirdi. Ağaç ise kayıtsızca yapraklarını kuzeyden esen soğuk rüzgârlara bırakıyor, yaşlanmış gövdesi yanı başında yeri sarsıp konan uçan daireyle ilgilenmeden Karbondioksit salınımına devam ediyordu.


Larn ve Kelt silahlarıyla gezegene adım atıklarında güneş daha yeni doğuyordu. Alışık olmadıkları bakterilerden korunmak için aldıkları haplardan dolayı başları biraz ağrısa da zayıf yer çekiminin verdiği güvenle ıslak zemine ayak basmışlardı.


Kelt, sağ kolunda yükselen holograma bakarak ağacın sol tarafında döndü. “Bu taraftan Larn, eğer şanslıysak, ki bilgisayarın dediğine göre öyleyiz, beş dakikada orada oluruz.”


Larn kafasını sallayarak bakışlarını devasa ağaca çevirdi. Çok tuhaf bir şekilde uçuşuz bucaksız bu ovada zemine yakın otlar ve kayadan başka bir şey olmamasına rağmen yaşlanmış gövdesiyle rüzgâra direnen ağaca huşu içinde baka kaldı, damarlı dallarından süzülen yapraklardan biri havada kavisler çizerek Larn’ın ayağın altına düştüğünde kelt’in sesi Larn’ı kendine getirdi.


“Hadi ama, çocuktan önce orada olmamız gerekiyor.”


Larn, Kelt’in peşi sıra takip ederken etrafına bakınıp duruyordu. Hayatı boyunca aldığı görevlerin hepsi neredeyse gelişmiş medeniyetlerin ürünü olan şehir ve metropoller olmuştu. Ancak şimdi bilgisayarın söylediğine bakılırsa daha genç olan bu gezegendeki uluslar, çağının en karanlık yıllarını yaşıyorlardı. Teknoloji olarak en büyük buluşları Tunç Devri’ni geriye bırakarak demir çağına geçmeleriydi. O yüzden Larn, etrafına bakınırken ilk defa akıllı bir canlı türü tarafından tahrip edilmemiş doğaya hayranlıkla süzüyordu.


“İşte geldik. Hımm…” dedi Kelt tekrar holograma bakarak. “Üç dakika kırk iki saniye sonra görüş alanımızda olacak Larn.”


Kelt, yanında yosunlaşmış taşın üstüne oturdu ve gözleri Larn’a kaydı. “Emekliliğin için bir plan var mı?”


“Pek değil.” dedi Larn. “Sadece küçükken yaşadığım Olympos gezegenine uğramak isterdim.”


“Kulağa sıkıcı gibi geliyor.” dedi Kelt gülümseyerek. “Çıraklık zamanlarımda akıl ustalığımı yapan Ori’yi biliyorsun değil mi? Tabii ki biliyorsun. Her neyse, adam yüz on yaşında emekliliğe ayrıldığında seni beni gömecek gibi gözüküyordu. Zamanın unuttuğu kuluydu anlayacağın… Emekliliğinden iki sene sonra hâl hatır sormak için evine gittiğimde beni karşılayan Ori’ydi ancak yemin ederim ki o mavi buz gözleri olmasa onu asla tanıyamazdım. Adam bildiğin erimiş, suratı çorak topraklar gibi büzülmüştü. Onun gibi sert bir adamın çocuklar gibi gülümseyip boynuma atıldığında şok olmuştum. Çay servis ettiğinde kırışmış elleri titriyor, bana bakan bakışları ikide bir sulanıyordu. Orayı ardımda bırakıp kaçar adımlara uzaklaştığımda Ori’nin bana söylediği son söz kulaklarımda yankılanıyordu. ‘Hiç olmadığım kadar yalnızım…’ Hikâyenin nasıl bittiğini biliyorsun.”


“Evet, biliyorum. Ama ikide bir ima etiğin kelimelerden bıktım.” dedi Larn. “Konseyin beni izlediklerinin farkındayım. Büyük ihtimalle gözünü benden ayırmamalarını da tembihlemişlerdir senden. Kızını kaybetmiş, karısıyla ayrılmış, emekli olacak bir ihtiyar, yani kaybetmiş bir adama güvenilmez değil mi?”


“Görev konusunda değil Larn, senin için endişeleniyorlar. Senin de Ori gibi kafana bir kurşun sıkmandan korkuyorlar.” Kelt’in sesi bir oktav yükseldi. Gözleri her ne kadar anlayış dolu baksa da Larn, Kelt’in elini belindeki silaha yakın tutuğunu gözden kaçırmamıştı.


Bir ses duyulduklarında ikili, yılların verdiği eğitimle silahlarını kınından çıkararak sesin geldiği yöne doğrultular. Sekiz yaşında olan kız; karanlıkta seçilemeyen suratında korkuyla donakalmış, kendisine doğrultulan silahların ne olduğunu bilmeden ikisinde bakıyordu.

Kızın kapüşonu rüzgârdan dolayı geriye gittiğinde donakalmış suratında morluk ve kızarık izlerini örten uzun saçları havalandı.


Larn, kızın gözlerindeki korkuyu az çok tanıyordu. Daha önceki işlerinde karşılaştığı bakışlara ne kadar çok benzese de onlardan farklı bir tını mevcuttu bu yeşil gözlerde, acının ne olduğunu bilen ve bunu kabullenen bir bakıştı onunu diğerlerinden farklı kılan.


Larn silahını Kelt’e cevirdi. Ağzından inatla çıkmamaya çalışan kelimeleri fısıldadı. “Bırak silahını Kelt.”


“Ne?”


“Bırak silahını.”


Kafası karışmış meslektaşının ne yapacağını bilemeyen bakışları, kendisine doğru çevrilmiş silaha yöneldi “Ne yaptığı sanıyorsun Larn?” diyerek tısladı Kelt suratının rengi değişirken.


“Bir kaza çıkmadan indir şu şeyi suratımdan.”


“Lafı dolandırmayacağım Kelt, bilgisayarı hackledim. Psikoloji testinden kaldığımı biliyorum.” dedi Larn. “Bilgisayarın yolculuk boyunca duygularımı, nabız ve hormonlarımı ölçtüğünü biliyordun. O yüzden ikide bir kızım ve emekliliğim hakkımda konuşup yol boyunca ağzımdan laf, vücudumdan veri almaya çalışıyordun. Anlamadığım şey ise görev için yetersiz olmama rağmen neden göreve devam etmeme göz yumulduğu.”


“Pekâlâ, demek böyle oynayacağız, kötü adamın planlarını açıkladı bölümdeyiz ha.” dedi Kelt kahkaha atıp kıza çevirdiği silahını Larn’a doğrulturken.


“Sorun şu ki hep sadık biriydin Larn. İşte anlamadığın şey bu. Galaksinin Bekçileri tepemizde ve atığımız her adımı izliyorlar, düşünebiliyor musun? Sanki birer katilmişiz gibi… Yani öyleyiz ama…”


“Ne saçmalıyorsun?” Larn, duymakta olacağı şey için hazır değildi. Hayır.


“Evet Larn, nihayet o gözler gerçeği görecek kadar aralandı. Loncamız, büyük bilgisayarın sisteminde gedik bulduğunda sadece kader için değil, kendimiz için de kan akıttık. Yani para! Buna övünerek anlattığın zavallı XORLU dahil, sadece biz istedik diye öldü. Galaksi için bir hiçti. Anlıyor musun?”


Larn anlamıyordu. Hâlâ ayakta dikilmiş kızın donuk gözleri üzerinde olduğunu fark etti. Tıpkı kızı gibi…


“Baba, seni çok az görüyorum, bunca zaman ne yapıyorsun, anlamıyorum.” Larn tekrar kontrolünü kaybediyordu. Anıları karanlığa teslim oluyordu, öyle siyah ve öyle kuvvetliydi ki ışık adına hiçbir şey bırakmıyordu. “Dünyaları kurtarıyorum.”


“Yalan söylüyorsun.”


“Ne o, pis bakışlarınla mı öldüreceksin beni? Senin de bize katılmanı istedik, inan bana ama ne bok olduğunu herkes biliyordu sadık Larn. Yani tekrar bir Ori mevzusu yaşayamazdık. Of, lütfen bakma bana öyle, o kaçık vicdan azabı çekiyor diye uzay boşluğuna postalanmayacaktım. Puşt bizi Galaksinin Bekçileri’ne şikâyet edecekti…”


“Peki kız, o da sizin oyunlarının bir parçası mıydı? Yoksa beni öldürmek için bir yem miydi sadece?” diye tısladı Larn.


“Hayır, onun gerçekten galaksinin iyiliği için ölmesi gerekiyor. Tabii seninle…”


Bu son sözüydü. Larn’ın tetiğe basmasıyla Kelt’in kafasının parçalara ayrılması bir oldu. Kibirli, yakışıklı suratının parçaları yeni doğmuş güneş huzmeleri altında etrafa dağıldı.


Larn bir korkuyla kıza döndü. Kız oradaydı. İri yeşil gözleri olması gereken korku yerine büyük bir merakla parlıyordu.


Larn, Tex teknolojisi olan “konuşma cip”le beyninden geçen kelimeleri kızın ana diline çevirip ses tellerinden dışarı yollandı. “Pek korkmuşa benzemiyorsun. Adın ne senin?” Kelimeler alışık olduğu hecelerden uzak, kalın ve sertti.


“Baykuş, herkes bana Baykuş der.” dedi kız ellerini gözlerine doğrultarak. “Gözlerim yüzünden.”


Larn tam ağzını açacağı zaman kız: “Sen büyücü müsün?” dedi. “O adamın kafasını hiçbir şey yapmadan nasıl patlattın? Yoksa o elindeki şey bir türlü asa mı? Bana da büyü öğretebilir misin? Çirkin piç kurusu babamın suratını bedeninden ayırmak istiyorum da.” Son sözleri uslu durduğu için hediye bekleyen bir kızın masumluğuyla söylemişti.


“Hayır Baykuş, büyücü falan değilim ve baban hakkında böyle konuşmamalısın.” dedi Larn şok içerisinde. Kızın morarmış ve patlak dudaklarına bakarak babasının nasıl birisi olduğunu tahmin edebiliyordu. “Suratın babanın marifeti mi?”


“Marifetin ne halt olduğu bilmiyorum. Ama suratımdaki morlukları sorduysan evet, babam yaptı.” diyerek kestirip atı Baykuş. “Şimdi bana büyü öğretecek misin?”


“Bak ne diyeceğim, yaşadığın bu yerden gitmek ister misin?”


“Hem de nasıl!” diye bağırdı Baykuş, sonra bir an durarak şüpheci bakışlarını Larn’a çevirip “Şaka yapmıyorsun değil mi?” dedi.


“Hayır, şaka değil. Ama şimdiden uyarıyorum, normal bir hayatın olmayacak. Sürekli kötü adamlardan kaçmamız gerekecek.”


Baykuş küçük bakışlarını Larn’dan ayırıp cesede çevirdi. “O da kötü adamlardan biri miydi?”


“Evet.”

“Varım.”

“O zaman izle beni, seni heyecanlandıracağını düşündüğüm bir şeyim var.” Larn, kızla beraber uçan daireye doğru giderken ilk defa mantığının sesini kulak ardı ediyordu.