Nisan telefonu çalana kadar her zamanki düzeninde devam etmişti. Akşam yemeğine gelecek olan kayınvalidesi ve kayınpederi için masanın düzeninde herhangi bir eksik ya da yanlışlık olmasın diye uğraşıyordu. Cengiz Bey için masada hiçbir zaman kusur olmasa da Melike Hanım'a asla hazırladıklarını beğendiremediğinden daha fazla titiz davranıyordu. Alışkanlıklarını değiştirip farklı bir şey demeyeceğini bilse de onun ne için kendisine sorun çıkardığını da bildiğinden kadına ses etmiyordu. Onlara anne ve baba demediği için alınganlığı devam eden kayınvalidesine karşı yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yine de yakın zamanda daha yumuşak davranmaya başlayacağını da bir noktada düşünüyordu. Akşam olmasa da çok yakında öğrenmelerini sağlayacağı haber aralarındaki tüm havayı değiştirecekmiş gibi hissediyordu. Yine de korkuları bundan bile kendine bir korku bulsa da umut edebiliyordu. Her zaman onu kurtaran umudun yine ve yeniden işe yarayacağını biliyordu.

Telefon çaldığında arayanın kocası olduğunu düşündü. Saatin kaç olduğunu biliyordu ve bu saat her zaman misafir geldiğinde onun aradığı, herhangi bir ihtiyacın olup olmadığını sorduğu saatti. Lakin telefona baktığında gördüğü numara Doruk'a ait değildi. Tanımadığı numaraları açmamayı seçeli çok uzun zaman olmuş olsa da kayıtlı olmayan bu numarayı açma konusunda tereddüde düşüp bir an sonra arayanın ısrarına karşı gelemedi. Telefonu açtığında ses ona başka bir isimle seslendiğinde ilk yapacağı şey aranan kişinin kendi olmadığını söylemek olsa da bunu yapabilmesi pek mümkün olmadı. Konuşmaya, arayanın derdini dinlemeye devam ederken ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Cevap vermesi gereken sorulardan bahsedene verebileceği bir tek cevap olmasına rağmen kelimeleri boğazında takılıp kaldı. Sesini duyduğu kadına yarın onu arayacağını söyleyip telefonu kapattığında eski bitmiş bir kabusun şehrine dönmeyi düşünmediğinden ona yardım edecek birini bulacaktı. Ama arayanla beraber kendi anılarının döndüğünün farkına varacak kadar da olanın farkındayken başkasını bulmanın bir çare olsa bile kendisine huzur verecek yol olmadığını biliyordu.

Duvarı kaplayan camın öbür tarafında esen rüzgarın sesini duymasa da ağaçların hiç bitmeyecekmiş gibi görünen rüzgarla nasıl sallandığını da eğilip büküldüğünü de açık bir şekilde görüyordu. Bazen sesin olması gerekmediğini, görmenin bile acının nasıl tarifsiz olduğunu anlamaya yettiğini öğrenmişti. Rüzgarın öfkesiyle bükülen dalların çığlıklarını da sitemlerini de duyabilecek olmamasına rağmen bu onları, olanları bir an görmediği anlamına asla gelemezdi. Derdi olan birinin bakışlarındaki hüznü hiçbir zaman unutmamak üzere ezberlemiş iken bir derde sırt çevirip çeviremeyeceğinden emin değildi. İnsanların acılarını görmemek onun yapabileceği bir şey değildi. Kalbi ne kadar kırılmışsa da geçmişte nasıl acılar çekmişse de bunların hiçbiri onun kimden yana olduğunu, kim olmaktan vazgeçmeyeceğini ona ilk ve son kez öğretmiş iken bu aramayı unutmasının mümkün olmadığını kabul ediyordu. Oraya gitmenin kolay ya da sıradan olmadığını kabul ediyor olsa da gitmemenin kendine ihanet olduğunu da düşünmeden edemiyordu. Bir zamanlar iyi ve kötü şeyler yaşadığı o kasabadan gelen o telefonun ucundaki sese istediğini vermek için gitmeyecek olsa bile gidebilirdi ve kimse onu gittiği için suçlayamazdı.

Nisan'ın telefonu bir kez daha çalmaya başladığında gözünü rüzgarda uçuşan ama bir yere konmayan kar tanelerinden ayırdı. Yere değdikleri anda kaybolacak olan Mart karlarını unutarak telefonunu açarken bu kez arayan düşünmediği biri değildi. Doruk birkaç dakika gecikmeli de olsa araması olağan olan saatte aramıştı. Erken arasaydı ondan sonra gelecek arama huzurunu bozabilecekken şimdi gelen aramanın kendisine hissettirdiklerini ardında bırakmış, kocasıyla konuşmaya başlamıştı. Kısa süren ama her şeyi unutturan bu konuşmanın sonrasında mutfağa adımlarken fırını kapatmasının zamanı geldiğinin farkındaydı. Biraz uzun durursa Melike Hanım'ın eleştirilerini bir lokmayı ağzına almasıyla üzerine çekebilecekken onun diline düşmemeye kararlıyken Doruk'un her zaman ve şartta kendisinin yemeklerini beğendiğinin farkındaydı. Yine de yemekleri kendi yapmak yerine Doruk'a yaptırmayı istiyor ve bu ihtimali fazlası ile seviyordu. Onun kendisinden daha iyi yemek yaptığını bilirken işlerin aralarında ters geliştiğini de unutmuyordu. Doruk'un çok uzun bir zaman önce kendisine yemek yapmayı nasıl öğrettiğini anımsarken onun sabrını denediği günleri her düşündüğünde gülümsemeden edemiyordu. Kötü anılarını yok edecek kadar çok fazla muhteşem anısı varken bunların neredeyse hepsinin Doruk ile olduğu gerçeği de bir kenarda duruyordu.

Hazırladığı masada her şey olması gerektiği haldeyken kapının çalmasıyla gelenlerin karşılanması gerektiğini anladı. Kapıyı açmadan önce beklediği Melike Hanımlar olsa da karşısında Doruk'u buldu. Her zamanki kocaman gülümsemesi ile kapıda dururken ona bakıyordu. Yaslandığı kapıda öylece kendisine bakmasına gülmekten başka bir şey yapamazken onun neden içeri girmediğini bilmiyordu. Onun kendine bakmasına benzer bir şekilde Nisan da Doruk'a bakarken bu seremoninin bir ömür bitmeyeceğini sezdiğinde konuşmama yeminini bozdu.

"Ne yapıyorsun? İçeri girmen gerekmiyor mu?" Nisan kollarını kavuşturup kapıdan bir an bile ayrılmayı düşünmeyen kocasına bakarken yüzüne ciddi bir ifade yerleştirse de uzun süre tavrını koruyamayacağının farkındaydı. O her zaman ciddiyetini bozup başını belaya sokmayı başarmasına neden olurdu ve o anda da onun aklında her ne varsa bunu bir oyun haline getirmeye uzun zaman önce karar vermişti.

"Belki... Belki de içeri girmem için teşvik primine ihtiyacım vardır." Başını olumsuz anlamda sallayan Nisan oyununa katılmamaya, içeriye dönüp son hazırlıkları yapıp o her ne istiyorsa onu vermemeye niyetliydi. Onunla inatlaşmak onu tanıdığı ilk günden beri en sevdiği eğlencelerden biriyken bugün hem onunla oyun oynamayacak hem de onu sinir edecekti. Kendi kendine keyiflenirken içinde gülmek ve eğlendiğini belli etme isteği geçse de bir put gibi onun karşısında durdu. Doruk'a karşı rol yapmaya alışıkken kendine daha uzun sürelerde de hakim olabilirdi. "O zaman annemler gelene kadar kapıdan asla hareket etmeyeceğim ve seni anneme şikayet edeceğim."

"Ben de seni babana şikayet ederim. Annenle aramı bozmaya çalıştığını söylediğimde bence seni işten atar." diyen Nisan'ın sesindeki keyfi fark etmemek mümkün değildi ama Doruk bunu görmemiş gibi olduğu yerde dururken Nisan put olma konusunda hangisinin daha iyi olduğunu bir an ayırt edemedi. Babasının onu kovmasının ihtimali olmadığını bilirken başka bir şey söylemesi daha fazla işine yarayabilirdi ama artık geç kalmıştı.

Doruk babasının hukuk ve danışmanlık şirketinde çalışıyordu. Bir süreden beri babası pek çok işi ona havale ettiğinden günden güne başı kalabalıklaşıyordu. Babasının bir şekilde onu kovması gibi bir ihtimalin gerçekleşmesine ihtimal yoktu. Ki Nisan da o şirkette çalışıyordu ve kendisinin kovulma ihtimali daha yüksek olabilirdi. Doruk'un ya da Cengiz Beyin böyle bir şeyi düşünmeyeceğini bilse de bambaşka bir ihtimalde olabilecek bir son gibi görünüyordu. Buna rağmen başka bir ihtimal gerçekleşecek ve onun geçmişinde bir şeyleri değiştirecek olsa Nisan bunun asla Doruk ile ilgili olan kısımda olmasını istemezdi. Hayatında o karşısına çıkana kadar değişecek çok şeyinin olmasına rağmen onunla beraber hayatında hiçbir şey değiştirmeyi bir an bile aklının ucundan geçirmezdi.

Gözü Doruk'un kahverengi gözlerine dalarken onun yaptığını taklit etmekten başka bir şey yapmayı düşünmedi. Kaskatı kesilmiş bir halde onu izlerken kimin daha erken pes edeceğini bilmiyordu. Her zaman daha uzun dayanan, vazgeçmeyen kendisi olsa da bu oyunu oynamayalı ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyordu. Üstelik uzun bir süreden sonra yeniden kendisiyle bir oyun oynamaya kalkışan Doruk'un bunu neden yaptığını da anlamıyordu. Yine de ona bir şekilde ayak uyduruyordu. Keyfi fazlasıyla yerinde olan kocasının eğlencesini kendisi yapmamaya kararlıydı. Onun kendisine bir eğlence olmasını istese bile bu anda da sonrasında da tersinin olmasına izin vermeyip anlamsız bakışmayı sürdürecekti. Lakin oyunu ansızın bırakan Doruk oldu.

"Tam bir oyun bozansın." diyerek yere bıraktığı poşetleri alan Doruk'un yüzünde asla üzgün bir ifade yoktu. İstediğini alamamış olmasına rağmen mutfağa doğru ilerlerken kapıda Nisan ile inatlaşan, ondan bir şeyler isteyen adamla aynı kişi değilmiş gibi bir haldeydi. Onu ve bu tuhaf girişini anlayamayacağını düşünürken montunu çıkarmakta olan Doruk'u öpmekten başka bir şey yapmadı.

Neden ve nasılı bilmese de Doruk'un bir nedenden ötürü moralinin bozuk olduğunu ve bunu belli etmemek için oyuna sardığını düşündü. Onu öpmesinin hemen sonrası bir adım bile ondan uzaklaşmamış iken onun kendisine sarılması bir kanıt gibi tam karşısında duruyordu. Nereye bakması gerektiğini bilse, onun canını neyin sıktığına dair en ufak bir iz bulsa devam edebilecek, onu rahatlatabilecek iken sarılmak dışında elinden gelen yoktu. Gülüşü, neşesi asla bitmeyecek gibi görünen Doruk'un ansızın üzüntüsüyle Nisan'ın ilk karşılaşması olmasa da her seferinde kendisinin canı da en az onunki kadar yanıyordu ve diğerlerinde olduğu gibi belki de yine aynı yere bakması, onu üzeni orada araması gerekiyordu.

Sımsıkı sarıldığı dakikalardan sonra Doruk'tan biraz da olsa uzaklaşıp yüzünü elleri arasına aldığında o yüzde de gözlerde de üzüntü olduğunu gördü. Kalbinin kendisinin dışında tüm insanlar için de aynı şefkate sahip olduğunu bildiği adamın gördüğü ya da duyduğu bir şey sonrasında duyduğu acıyı bastırmak, kendinden bile saklamak adına oyuna giriştiğini anlarken onunla konuşmadan onu anlayabiliyordu. Ne olduğunu ona sorup yeniden hatırlatmak istemese de o kendisini bir açıklama yapmak, bir anının bir diğerini neden tutmadığını açıklamayı seçmişti. Küçük bir kız çocuğunun, yaşı hâlâ çocuk olan bir genç kızın karnında bebeği ile öldürülmesi haberine dayanamamıştı ve bunu unutmaya çalışıyordu. İmam nikahlı olan kendisinden sekiz yaş büyük sevgilisi tarafından on altı yerinden bıçaklanarak öldürülen kızın bebeğini umutla beklemesi ve umudunun bitmemesi için savaşı Doruk'un kalbini derinden yaralamıştı. Kendisinin başına gelebilecek olanları bilerek aldırdığı koruma kararının onu korumamış olması da kimsenin onu kurtaramaması da acı iken onu ve onun gibi kadınları korumak için kararlaştırılan sözleşmenin bir gecede kaldırılması daha fazla acı veriyordu. Sözleşme o güne kadar zaten uygulanmamışken gecenin bir vakti kaldırılmasından sonra birkaç gün içinde altı kadın öldürülürken uyumayı başaranların günahının da kendisine, kendisi gibi olanlara ait olduğuna inanıyordu.

Nisan da Doruk da kalbi fazla hassas olan insanlardandı. Kendilerine ait olmayan pek çok suçu bile kendilerinde görebilecek kadar duyarlı olmaları onlar için zor olsa da bir şekilde hayatta kalmayı başarıyorlardı. Birinin hayatını korumayı, kurtarmayı başarma çoğu zaman yeterli gelmeyip herkesi, şiddete ve istismara uğramış insanların hepsini kurtarmak istiyorlardı. İçinde oldukları dönem ve şartlar herkesi kurtarmalarına fazla olanak sağlamasa da yapabildikleri bir gece daha rahat uyumalarını sağlıyordu. Çaba göstermeleri, kendi zamanlarından ve hayatlarından ayrılıp başkaları için uğraşmaları onların hassasiyetlerinin kendilerini zehirlemesini engelliyordu. Fakat yaptıklarından daha fazlasının gerektiğini bilirken yetinmeyi asla başaramıyorlardı. Cehennem gibi olan bir düzenin içinde küçük cennetler yaratmaktan öteye gidemeseler de yarattıkları cennetlerin bir gün birleşip cehennemi değiştireceğine inanacak kadar idealist yapıları onları yollarından asla çevirmiyordu. Ki tüm cehennemler bir gün ateşlerini kaybedip sönecek iken umut tükenmeyecekti.

Mutfakta bir süre konuşmak Doruk'a iyi geldiğinde Nisan onu Nobel ve Beyoğlu'nun yanına gönderdi. Zehri düşüncelerinden uzaklaşmışken köpeklerinin ona iyi geleceği, daha iyi hissedeceği konusunda Nisan'ın kesin bir hükmü vardı. Kendi köpekleri olsun ya da olmasın köpeklerle ya da herhangi bir hayvanla zaman geçirmek Doruk'un daha fazla iyi hissetmesini sağlardı. Kızdığı, üzüldüğü her şeyin ondan tamamen alınmasını, enerjisinin yükselmesini her zaman hayvanlar başarırdı. Bazen doğaya çıkmak, orman içinde yürümek de onun üzerine yüklenen, canını acıtan şeyleri silip süpürürdü. Lakin Beyoğlu ve Nobel aileye katıldığından beri onu onlardan daha mutlu eden çok az şey olmuştu. Aralarındaki aşkı bazen şaka yollu Nisan kıskansa da onların varlığı her daim ikisi içinde kurtarıcı olduğu gibi neşe kaynağı olmaya da devam etmişti.

On iki yıl evvel Doruk ve Nisan'ın tanışmasını bir kedi sağlamıştı. İkisinin hayatının büyük bir kısmında hayvanların etkisinin olması gibi o günde de sonrasında da hiçbir şey değişmemişti. Nisan İstanbul Hukuk'un en büyük amfisinde biten dersi ardından bahçeye çıkmıştı. Güneş gökyüzünün tam ortasındaydı. Saatine bakmasına asla gerek olmasa da kolundaki siyah deri kordonlu saate baktığında hem akrep hem yelkovan birbirini takip eden iki rakamın oluşturduğu sayının üzerindeydi. Günün tam ortasını ele veren saatle birlikte bir sonraki dersine iki saat kadar zaman vardı. Yakın zamanda tanıştığı arkadaşları ile zaman geçirmek yerine kütüphaneye gitmeye kararlıydı. Canı güzel olan havaya rağmen dışarıda oturmak, sohbet edip zaman öldürmek istemezken tek düşündüğü İktisat Kütüphanesi'ne gitmek, birkaç sayfa da olsa bir şeyler okumak idi. Dersleri için verilen kaynaklardan birini ya da başka bir şey okumanın onun için o anda önemi yoktu. Bir şeyler okumak, zamanı geçirmek istiyordu. Günün onu sıkan geçmişte yalanmış bir acısı varken sadece meşgul olmak derdiydi. Aklında olan veya o anda olmasını istediği hiçbir şey yoktu.

Kasım ayında bulutsuz bir gökyüzünün altında kütüphaneye giderken düşündüğü pek bir şey yoktu. Bir süredir düşünmemeye, aklında gelenleri görmezden gelmeye çalışsa da ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu. Zamanı son bir yıldan beri olduğu gibi sade ve sadece okuyarak geçiriyordu. Sınava hazırlanırken en çözmesi gereken problemler zamanını daha hızlı geçirmesine neden olurken şimdilerde tek yapabildiği durmadan ve dinlenmeden okumaktı. Gece geç saate kadar, bazılarının uykularının dördüncü ya da beşinci saatine kadar okumaya devam ediyordu. Uykusunda da kitaplarla, okuduğu hikayelerle uğraşıyordu. Kendini bir nevi uyuştururken bundan şikayet etmesinin bir yolu yoktu. İyileşmesinin kendince başka bir yolu yokken okulundan ve kitaplarından başka hiçbir şeyin onun yolunu, kararan zihnini aydınlatacağına inanmıyordu. Kendi için artık eski insan olmadığını söyleyebilirdi ama o eskinin anıları hâlâ çok yakınken kendinin ne olduğunu söylemek kolay değildi. Yeni anıları olsa belki de eski halini daha da hızlı geride bırakabilecekken o kitaplarını seçiyor, çevresinde olan yeni çok sayıda insanı bir anda kitaplar için ikinci plana atabiliyordu.

Nisan'ın kendinden ve yaşamaktan korktuğu günlerden birinde kütüphane seçilmesi en muazzam yerdi. Adımları onu her adımda rahatlamaya ulaştıracakken bir ses onun durmasına neden oldu. Kütüphanenin kapısından beş adım uzakta dururken iki tarafa da bakmasına rağmen hiçbir şey göremedi. Sesin kesilmesinden ötürü nereye bakması gerektiği bir muamma olsa da yeniden sesi duyduğunda sağ taraftaki masanın yanına doğru yürüdü. Orada ne göreceği sesten ötürü aşağı yukarı bilirken onu gördüğünde de yanılmasını anladı. Küçük bir yavru kedi kolonun önünde bir şey arıyordu. Anne arayışı içinde olduğuna emin olan Nisan onun bir nedenden ötürü annesini bulmasına imkan olmadığını biliyordu. Onu kucağına alırken titrediğini fark etti. En az kucağına aldığı kedi kadar kendisi de titreyerek masanın bir kenarına oturduğunda onunla ne yapacağından emin olamadı. Aç olduğunu düşünüp süt bulması gerektiğini bilirken yapılacak olan şey belliydi.

Kütüphaneyi ardında bırakırken kafeteryaya kucağındaki yavru kedi ile yürüyüp ona sütü nasıl içireceğini planladı. Kutu süt ile beraber aldığı bardakta küçük bir düzeltme yapmanın işe yarayacağından emindi. Başka bir kap bulmasının yolu olmadığından bu elinden gelenin ona yardım etmesini umuyordu. Ayakta kalabilecek, yürüyebilecek kadar büyük olduğundan daha zahmetli ve teferruatlı bir yola gerek olmadığına dair kendine güvence verdi. Aldığı süt, bardak ve kucağındaki kedi ile beraber avluda onu doyurabileceği boş bir bankı hızlıca arayıp bulduğunda kitap okuma isteğinden daha çok kucağındaki yavru kedi onu ele geçirmişti.

Kağıt bardağı kesip kedi için oluşturduğu kabın alacağı kadar sütü içine boşaltmasına rağmen bu işe yaramamıştı. Onun sütünü içmesi için ondan gözlerini ayırmazken bu düşün gerçekleşmeyeceğini düşündü. Yavru kedi onun ya da başka birinin verdiği bir yiyeceği istemiyordu. Annesini ve kardeşlerini aradığını bilirken onun aradıklarının yakınlarda olmasına ihtimal yoktu. Annesi onu bırakmıştı. Yaşamayacağına inandığı o yavruyu ardında bırakarak gitmişti. Hiçbir şekilde onu kucağına aldığı anda birileri onun için gözükmezken terk edilmek onun da kaderinde vardı. Tıpkı kendisi gibi her an bir yerlerde birileri terk ediliyor, unutuluyor ve bir daha hatırlanmıyordu.

Nisan düşünmek istemediklerine akıntının taşıdığı kum tanesi gibi direnmeyi bir anlık da olsa başaramadan yaklaşırken bir ses onun bakışlarını kucağına sığınan ve oradan ayrılmayı düşünmeyen yavru kediden çekti. Nereye bakacağını düşünmeden başını kaldırdığında karşısında aşina olduğu bir yüz vardı. Derslerden birinde gördüğünden şüphe duymadığı çocuk ona kedinin hasta olduğunu ve muhtemelen annesi tarafından terk edildiğini söylüyordu. O ve arkadaşları da ona birkaç kez süt içirmeye çalışmışlar ama başaramamışlardı. Tüm yardımları reddeden bu kedinin belki de artık veterinere götürülmesi gerektiğini söylerken onu kendisine vermesini istemişti. Nisan da bunu yapmayı kabul etmiş olsa da kendi ondan uzaklaşmak istemiyordu. Kendisi dışında birinin bunu yapamayacağını düşünerek dersine zaman olmasının rahatlığı ile ayağa kalkıp bir veteriner bulmanın peşine düşecekti. Ama çocuk onu durdurdu.

Hafif bir rüzgarın esmeye devam ettiği ama hissedilmediği o anda Nisan'ın karşısında olan çocuk Doruk'tan başka biri değildi. Kedi onun da sorunlarından biriydi ama bu aynı kedi aynı zamanda onun aradığı fırsat olmuştu. Daha önce pek çok kez gördüğü Nisan'a yaklaşmasını bir kedinin sağlayacağını öncesinde deseler buna inanmasının pek bir yolu yoktu. Onu amfilerde dolaşan kedileri severken görmemişti. Lakin bunun bir anlamı olmadığı ortadaydı. Her an hayvan sevgisini belli eden de hayvanlardan ve onlara dokunmaktan korkan da biri değildi. İlgisini daha da çeken kıza giriştiği yolda yardım edebilmeyi sadece kendisi için istemezken yaptığı şeyi sonrasında asla inkar etmemişti. Ki Doruk her zaman yaptıklarını da yapmayı düşündüklerini de söylemeyi seçerdi.

Beyazıt Meydanına açılan kapıdan Nisan Doruk ile ilk defa çıkarken yalnız değildi ve dikkati de Doruk'ta bir an bile yoğunlaşmıyordu. Tramvayda daha rahat olabilmeleri için kediyi içine yerleştirdikleri kutuyu dikkatle taşımaya çalışıyordu. Kutunun bir kenarına sinmiş olan kedinin korkmamasını sağlamak istese de elinden bir şey gelme ihtimali yoktu. Onu bir an önce veterinere götürüp iyi olacağından emin olmanın ve sonrasında dersine yetişebilmenin derdindeydi. Doruk'un kediden daha çok kendisiyle ilgilendiğini fark etmiyordu. Gözünün dünyayı görmediği bir zamanda kedi için çaba sarf edip onu kurtarmak dışında bir amacı yoktu. Eninde sonunda uyanacak, dünyayı görmeye başlayacak olsa da bu zaman o gün ve o an değildi.

Tramvay kendi yolunda ilerleyip Fındıkzade'de durduğunda Doruk'un peşinden bir düşüncesi olmadan indi. Kedinin biraz daha rahat göründüğünü düşünüyordu. Onunla ilgili kötü bir şey olmayacağına emindi. Annesi olmadığı için başına daha kötü bir şey gelmesine ihtimal vermiyordu. Lakin bildiği bir şey vardı. Anne olduğunda bile onun başına kötü şeyler gelebilecekken annesi terk etmişken daha az acı çekmesine neden olacak hiçbir yol yoktu. Yalnız başına kalan kedinin direnmesinin uzun sürmemesinin de terk edilme nedeninin gerçekleşmesinin de oluru vardı. Buna rağmen Nisan'ın ona inancı tamdı. Onu kendine benzetmek, her ne olursa olsun hayatta kaldığını görmek ve ona bir aile bulabilmenin düşü içindeydi. Kendi yurtta kalmasa onu yanında evine götürebilirdi ama bu mümkün değildi. Yurt kuralları onu kurtarmasına izin vermese de hâlâ yapılabilecek çok fazla seçenek ve bulunabilecek aile vardı. Onu evlat edinip annesinin acısını unutturabilirler, mutlu olmasını sağlayabilirlerdi. Sadece birazcık dayanması yeterliydi. Dayanmak çoğu zaman imkansız olsa da gece her zaman güne varırdı.

Veterinere ulaşmak için çıktıkları uzun merdivenlerde kutuyu taşıyan Doruk'a Nisan ilk kez gerçek anlamda baktığında onun yardım etmek için uğraştığından emindi. Yol boyunca onu konuşturmaya çalışmaması, sessizliğine anlayış göstermesi ona karşı iyi hissetmesine neden olmuştu. Sürekli konuşan ve kendisini de konuşturmaya çalışanlar her zaman uzaklaştığı insanlarken Doruk'un onlardan biri olmayacağı o andan kendini belli etmişti. Lakin konuşmak ya da ona dikkat etmek için uygun bir zamanda, yerde veya düşüncede değildi. Merdivenlerin bitmesinden sonra kedinin kutusunu yeniden alırken uslu bir çocuk gibi Doruk'u izlemeye devam etti.

Dört katlı bir binanın giriş katındaki veteriner Nisan için tanıdık olmamasına rağmen Doruk için fazlasıyla tanıdık olduğunu belli ediyordu. Ne yapacağını bilen bir şekilde ilerlerken veteriner ile tanışık olduğu da aşikardı. Kadın onunla herhangi bir resmiyet olmadan konuşurken kediyle ilgilenmesi uzun sürmemişti. Lakin Nisan'ın isteyeceği bir güzel haber de vermemişti. Uzun süredir aç ve yorgun olduğu için geceyi onlarla geçirmesi gerekiyordu. Ki kötü olan bu değildi. Güçsüz ve hasta olan kedinin hemen iyileşmesi de kolay görünmüyordu. Yine de Nisan onun için umudunu kaybetmeye niyetli değildi. Bu nedenledir ki Doruk ona bir isim verip vermediğini sorduğunda kedinin adının 'Umut' olmasını istemişti. Umudun onun gerçeği olmasını ve yeniden onunla karşılaşmayı her şeyden daha çok isteyerek ismi söyleyip gülümsemişti.

Veterinere herhangi bir şey olduğunda ona haber vermeleri için numarasını bırakıp derse gitmek için gitmeye hazırlanırken Doruk'a teşekkür etmekten de geri kalmadan aceleci davrandı. Nisan derse gitmek için yola çıkmaya acele ederken Doruk ona eğer Umut iyileşirse onu sahiplenip sahiplenmeyeceğini sorarken fazla rahattı. Nisan'ın aksine herhangi bir acelesi yokmuş gibi görünürken aldığı cevap Nisan'ın kediyi ne yazık ki sahiplenemeyeceği oldu. Ailesinin mi evde hayvan isteyip istemediğini sorar iken aslında sadece onunla daha fazla konuşmak istiyordu. Lakin derse yetişmesi için zamanı azalmakta olan Nisan ona yurtta kaldığını ve yurt kurallarının kendisine izin vermediğini söyleyip müsaadesini istedi. Derse yetişmek için isteği her an daha fazla onu ele geçirirken lüzumsuz olduğunu düşündüğü bir sohbete niyeti yoktu. Ardında ne bıraktığını bilmeden okuluna yetişmek için geldiği yoldan geri gitmeye başladı.

Nisan iki gün sonra Umut'un öldüğünü en büyük amfideki haftanın son dersinin bitimi ile öğrendi. Dersten hatırladığını düşündüğü Doruk ile ortak olan derslerinin sonunda amfiden çıkarken onu durduran çocuğun verdiği haberi aldığında boğazının düğümlenmesine engel olamadı. Tanımadığı birinin yanında ağlamak istemediğinden ondan hiçbir şey demeden uzaklaştı. Avluda kedi ile beraber oturduğu banka yeniden gidip oturduğunda kendine engel olmayı bıraktı. Onun ölmesini de ona herhangi bir şey olmasını da istemezken aldığı haberden memnun değildi. Bir mucize olacağını ve onun kurtulacağını sanmıştı. Kendisine bir mucizenin uğraması bile uzun yıllar geçip umutsuzluğun başladığı zamanda olduğunu aklına getirirken bunun da bir mucizeden daha çok trajedi olduğunu kabul etti. Kendi ne bulmuşken küçük bir kedinin sandığı kadar dayanamayacağı en başından kabul etmeliydi. Umuda boşuna kapılıp onu bir kez daha göreceğini düşünmemeliydi. Lakin kendini kandırmıştı ve bunun acısını tek başına çekecekti. Gözyaşları Umut için akarken birinin onun yanına oturduğunu fark etse de umursamadı. Çünkü gelen hep gelecek olandan başka biri olmasa da bunun değişeceği ortadaydı. Doruk onun ağlamasına ilk kez tanık olup onu güldürmenin bir yolunu arasa da bu asla son olmayacaktı.

Kapının çalmasıyla fırını kapatıp kapağını açan Nisan evinin kapısındaki açılmayı da duydu. Mutfaktan çıkıp gelenleri selamlarken yüzünde bir gülümseme vardı. Yüzünde olan gülümsemenin nedeni Doruk'u daha iyi görmesinden ziyade gelenleri gördüğü içindi. Onların yemeğe gelmesinden de onlarla zaman geçirmekten de sıkılması ya da onları istememesi ihtimali yoktu. Kalabalık akşam yemeklerini kendinden beklenmesi zor olmasına rağmen seviyordu. Melike Hanım bilinen sebeplerden ötürü onunla ters düşse de bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmiyordu. Eğer onun istediğini yapsa, yapabilse bir sorunları kalmazdı. Küçük sorunları nedeniyle karşı karşıya gelseler de asla birbirlerini üzmediklerinden ve üzmeye niyetlenmediklerinden karşılaşacakları anlar kötü değildi. Belki küçük bir çekişmeleri olduğu söylenebilse bile bunun bile bir eğlence için yapıldığını Nisan'ın düşünmediği zaman yoktu. Onunla onun kızı kadar iyi olması zaten mümkün değilken Nisan için yolunda olmayan hiçbir şey yoktu.

Akşam yemeği boyunca sohbetleri devam ederken Nisan bir an için daldığında aklına yurt geldi. Üniversite boyunca kaldığı yurttaki arkadaşları ile aynı zamanlarda ve aynı masada yemek yerdi. Oda arkadaşları ile en çok zaman geçirdiği yerlerden biri yemek masasıyken sohbetleri asla bitmezdi. Lakin okulun gerektirdiği dersleri ve hayatlarını esir alan başka meşgaleler varken o masadan önünde sonunda kalkarlardı.

Kalabalığın da şamatanın da eksik olmadığı masaları düşünürken daha öncesinde öyle bir masaya oturmanın kendisi için hayal olduğu zamanlar vardı. Hayatının bir kısmını, çok büyük bir kısmını yemek yeme zamanlarından kaçarak geçirmişti. Babası olan ama bunu anlamak için DNA testinden çok daha fazlasına ihtiyaç duyduğu adamla hiç aynı masada yemek yememişti. Ki istese bile onun buna izin vermeyeceğini de çok iyi biliyordu. Yurttaki zamanlara kadar bir masada oturduğu tek kişi dedesiydi ve onunla yemek yemekten asla kaçmazdı. Ona masallar anlatmasından, onunla beraber filmler izlemesinden memnun olurdu. Güzel anılarının tümü onunla yaşanmıştı. Ondan başka birinin yanında rahat hissedeceğini asla düşünmemişti. Bir gün onun öleceğini, yalnız kalacağını en başından beri biliyordu. Birbirinden uzaklaşmaları, ayrı kalmaları ölüm ile ilgili olmasa da ölümden başka bir sebebi yoktu. Uzakta bir anıda kalan dedesinin de biyolojik babasının hiçbir anısının da olmadığı bu şehirde onları düşünmemesine ihtiyacı vardı. Ne kadar zaman geçerse geçsin düşünmemek zorundaydı. Lakin bugün aldığı telefonun daha fazlasını uyandıracağını da biliyordu. Bir şey yapmazsa unutup yok ettiklerini yeniden hatırlayacaktı ve her şey elinden alınacaktı. Her şeyden önce ise Doruk'u kaybetmenin eşiğine gelecekti.

Kafasını aklındaki düşüncelerden sıyrılmak için iki yana sallarken tabağındaki yemeği gördü. Onu yemesi gerektiğinin farkındayken hiçbir şey duymuyordu. Korkusunun onu ele geçirmesinin önüne geçemezken yapılacak bir şey olmak zorundaydı. Bunun için önce kendisini sakinleştirmek zorundayken derin nefesler aldı. Kimsenin kendini fark etmemesini isteyerek alıp verdiği nefeslerle aklındaki kötü düşüncelerini zihninin dışına itti. Yemeğinden bir çatal alabildiğinde midesi bulansa da buna neyin yol açtığı belliydi. Kötü düşüncelerle beraber Doruk'a söylemesi gereken bir kez daha kendini hatırlatıyordu.

"Doğa'nın sağlık durumunun bir süre hamile kalmasına izin vermediğini kesinleşse de o bunu istemiyor. Bebeği olmasına takmış durumda ve buna bir çözüm bulamazsak o kendine bir şekilde zarar verecek." diyen Cengiz Bey'in sözleri ile Nisan içinde olduğu dünyaya hızla döndü. Ancak duyduklarından pek hoşlanması mümkün değildi. Doğa ile ilgili ne olduğunun sonuna yetişse de bilmediği bir şey değildi. Hayallerin yegane yönü bebek olduğundan beri asla konuşulması bitmeyen bir konu yeniden masanın tam ortasındaydı ve bu kez Nisan'ı başka bir nedenle üzüyordu.

"Ablamın kendisini düşünmemesinden başka bir şey değil. Kemal ve onun annesi emir buyurdu diye bir an önce çocuk sahibi olmak istiyor ama buna gerek olmadığını göremiyor. Hem zaten yeni evlendiler ve acele etmelerinin anlamı yok. Evliliklerinin oturmasını beklemek yerine çocuk düşünmeseler daha iyi olabilir. Özellikle ablamın sağlığı için iyi olacağına şüphem yok."

Nisan Doruk'un bebek konusunda ne kadar katı olduğunu biliyordu. Ablasının bebeğe ihtiyacı olmadığını fark etmesi için uğraşmasına rağmen onda istediği etkiyi yaratmak onun için mümkün değildi. Hastalanması, durumunun kötüleşmemesi için bebek fikri birkaç yıl askıya alınabilecek iken Doğa'nın kocası Kemal'in isteklerine göre yaşama projesi Doruk'u deli ediyordu. Çocukları sevmesine rağmen Doğa'nın takıntısının başladığı zamandan beri çocuk görmeye bile dayanamaz olmuştu. Ve bu Nisan için bu anda en kötüsünü düşündüren tek nedendi.

"Herkes sizin gibi bebek büyütmek yerine köpek evlat edinmeyi seçmiyor diye onları suçlaman doğru değil. Evlilikler aileleri büyütmek içindir."

"Ben onları suçlamıyorum. Sadece acele ediyorlar. Üstelik ablamın sağlığı bir bebeği doğurmaya uygun değilken bunun delilik olduğunu düşünüyorum."

"Tatlıları getirsem iyi olacak. Doruk bana yardım eder misin?"

Masadaki konuşmanın adım adım tartışmaya doğru gittiğini hisseden Nisan durumun kötüleşmesini önlemek için Doruk'tan yardım istediğinde onun bunu ikiletmeyeceğini biliyordu. Son zamanlarda annesi ile Doğa yüzünden sık sık karşı karşıya gelip biraz fazla ileri gittiğinden bu onu ilk yardıma çağırması ve gerilimi dağıtması değildi. Onu ve onun ablasını ne kadar sevdiğini bilse de görüşünü açıklamasından sonra ileri gidip kendi düşüncesini dikte etmesinden hoşlanmıyordu. Doğa'nın sağlığı, iyi olması onun için değerliyken konuyu üstelemesi, hatta bazı zamanlarda sertleşen hali ablasını daha fazla onun karşı çıktığı yola sokuyordu. Nisan bunu durdurmayı denese de iki kardeş arasına girmemesi gerektiğinden kendisine çizdiği sınırın ötesine geçmiyordu. Geçse belki de hiçbir şey olmayacakken öğrenilmiş çaresizliği orada öylece duruyordu.

"Annemle tartışmayacaktım." Ardından mutfağa giren Doruk'u duyduğunda ardına dönüp ona umutsuzca baktı. Tartışmayacaklarını biliyordu ama tartışmamaları masada o konunun aynı sertlikte devam edeceği gerçeğini değiştirmiyordu.

"Ben tartışacağını söylemedim."

"Senin bu konuda hassas olduğunu biliyorum. Sesimi daha fazla yükseltmeyecektim."

"Bana açıklama yapmana gerek yok."

"Sen bana kızgın mısın?" dediğinde Nisan başını iki yana sallasa da cümlesinin biraz fazla sert olduğunu, Doruk'u endişe ettirecek kadar öfkeli olduğunu fark ettiğinde bu o anla ilgili değildi. Lakin onun düşüncelerine sızanı Doruk'un görmesine izin verme ihtimali yokken bambaşka bir şey ağzından çıktı.

"Hayır ama daha fazla üzerime gelirsen kızacağım."

Tatlı tabaklarından iki tanesini alıp mutfaktan çıktığında Doruk'u beklemedi. Onunla hiçbir sorunu yokken neden ansızın gerildiğini biliyordu. Yüzeye çıkmasa da aklında olanlar ile mücadele etmeye devam ediyordu ve Doruk bugün anahtar kişiydi. Aklını kurcalayan iki mesele içinde ondan başka bir muhatabı yoktu. Lakin onunla konuşma konusunda ciddi sorunları vardı. Konuşmak belki kolay olabilecekken konuşmaya ne şekilde başlayacağını bilemiyordu. Düşünmek istemediğinden zihninin ardına itse de er ya da geç olacağını biliyordu. Üstelik günün erken saatlerinde onunla konuşmak en kolay kısım gibi gelirken artık bunu yapmak bir işkence gibiydi. Gelen ve anıların kilitli olduğu sandığı açan telefon bir yana bir de Doğa konusu vardı. Beklenmedik bir gelişme onunla da ilgiliydi. Öğrendiğinde sevineceğini bildiği kadar da üzüleceğinden şüphesi yoktu. Onun istediğine onun isteğini duymayan birinin sahip olacak olmasını bir kötülük olarak görmese de bu üzülmesini engellemeyecekti.

Tatlıları yerken de kahve içtikleri zamanda da pek konuşkan olmayan Nisan'ın tuhaf olduğunu düşünen sadece Doruk olmasa da o da dahil olmak üzere kimse Nisan'a tek bir kelime etmedi. Rol yapmasına sebep olmadan normal bir şekilde konuşmalarına devam edenlere arada katılsa da gözlerindeki boşluk ve anlamsızlık dağılmıyordu. O bile ne düşündüğünü bilmeden dalıp giderken karaya vuran hiçbir şey yoktu. Her şey denizin içinde, tüm güvenli ihtimaller dalgaların arasındaydı. Olandan da olmayandan da uzakta kalışı ilk değilken yıllar sonra ilk defa kendinden de olmayı sevdiği yerden de uzaktaydı. Yanında oldukları istedikleri yer ve insanlar olduğu halde Nisan'ı eline geçiren boşluk onları tanımıyordu. O boşluk onlardan önce varken onların gelmesine yakın yok olmuştu. Asla tanışmadıkları aralarında bir yabancı gibi otururken o günün diğerleri gibi olmayacağı ortadaydı. Ve bir daha olmasına da Nisan'ın izin vermesine ihtimal yoktu.

Boşluk ve anlamsızlık misafirlerinin gitmesinden sonra bir süre daha devam ederken Nisan Beyoğlu'nun kucağında yatmasının farkında değildi. Eli onun tüylerini okşasa da aklı ne yaptığını kavrayamıyordu. Doruk'un mutfakta bulaşık makinesini çalıştırıp yanına gelmesini bile fark etmezken indiği kuyudan çıkamıyordu. Kör bir kuyu hiçbir şekilde varlığını belli etmeden onu kendine çekmişken oradan çıkmanın kendisinden başka biri tarafından başarılacak bir başarı olmadığı ortadaydı. Kendisi istemezse o düşüncelerle kalmaya devam ederdi. Ne Doruk ne de başka biri, bir neden ya da bir mucize onu kurtaramazdı. Bunu yıllar önce öğrenmiş ve unutmamış olmasına karşın o anda oradan çıkamıyordu. Nefesini tuttuğunu dahi fark etmeden bir put gibi kalırken kendisine gelen telefon aklına geliyordu. Başka bir adla çağırılmayalı on üç yıl olmuş olmasına rağmen sanki zaman geçmemiş gibi hissetmesine neden olmuştu ve onun adına sorun olan da aslında buydu.

Kendisini rahat bırakıp ona zaman tanıyan Doruk'u ardında bırakıp duşa girerken bu onun için bir kaçma yoluydu. Suyun altında uzun zamanlar kalması başka bir isimle çağrılması kadar uzun zaman önce bitmemişti. Hâlâ kabuslardan, kötü geçen ve onu rahatsız eden kararlara sahip duruşmalardan sonra yaşanıyordu. Ancak bu sefer onun suya sığınmasına gerek duymasına neden olacak hiçbir şey yoktu. Düşünceler yeniden onu ele geçirmeye çalışmış olsalar da bu başardıkları anlamına gelmiyordu. Aklının kurcalanmasına neden olanlar onu kirletmemiş ve kirletemeyecek iken durması belki de tek gerekendi. Derin nefesler alıp durması ona çare olabilecekken o suyun gücüne sığınmıştı. Ve su bir kez daha onu saplanıp kaldığı yerden çıkarmıştı. Geri vermeden kurtarabilecek olması mümkün değilken onu suyun yüzeyine sadece bir kez daha nefes almaya başlaması ve devam etmesi için çıkarmıştı. Bir sonraki boğulma anına kadar onu kurtarmayı başarmıştı.

Islak saçlarını kurutmak yerine aynadan kendisine bakarken zayıflamış olduğunu, bir zamanlar olduğu gibi yine bembeyaz ve sağlıksız göründüğünü fark etti. Sabah ayna karşısında kendisinde görmediği her şeyi gördüğünü düşünürken bir an sonra bunların bir sanrı olduğunu kendisine anımsattı. Kötü olan bir şey yoktu ve onun düşünceleri ona ihanet ediyordu. Olanı olmayanla karıştırması, kötü zamanların yeniden başlayıp onu esir aldığını düşünmesi için zihni onunla oynuyordu. Oyuna inanmak, kendisinin sona sürüklendiğini sanmak yerine düşünceleriyle savaşması ve belki de korktukları ile yüzleşmesi gerekiyordu. En son düşündüklerine inanarak kararını verirken verdiği tam bir karar bile değildi. Sadece kendini bir yola çıkmaya ansızın ikna edip Doruk'a haber vermesi gerektiğini düşündü. Hem kendisi hem de ikisiyle ilgili olan konuların artık konuşulmasından başka bir ihtimal Nisan'a göre yoktu.

"Doruk senle konuşmam gereken iki konu var." diye salona girdiğinde onu televizyon ekranındaki görüntülerden uzaklaştırdı. Bir haber kanalındaki programda konuşanlar bir anda susarken Doruk'un paniğe kapılmasa da endişelendiği ortadaydı.

Nisan kendisine bakmadan önce sesi kapatılan televizyonda konuşanlara ve alttaki her şeyi açıkladığına inanılan yazıya baksa da hiçbir şey görmedi. Görmek istemediğini bilerek bakışlarını ekrandan kaçırırken Doruk'un kendisine dikkatle bakmasında ötürü bir an korktu. Onu korkuttuğunu tahmin ederken biraz kendini biraz da onu rahatlatıp devam etmenin daha doğru olduğunu bilirken Beyoğlu'nun kafasını bacağına yaslama girişimi ile düşündükleri tuzla buz oldu.

"Biri iyi bir kötüyse önce kötü olanı alabilirim."

Eli Beyoğlu'nun başını okşarken Nisan onun her zamanki gibi davrandığını düşünüp güldü. Bu gülümseme hem kendisini hem de karşısındaki adamı rahatlamıştı. Kötüyü her daim önce duymayı seven Doruk'a kötü gelebilecek olanın ne olduğuna bir anlık şaşkınlıkla karar veremese de aslında onun için kötü olan hiçbir şey yoktu. Kimsenin kötü olarak göremeyeceği iki şeyden bahsedecek olsa da insanın içinde olduğu durum neticesinde her şeyin iyi ve kötü olabileceğini kendine hatırlattı. Bundandır ki bazen en kötüsü en iyilerden birine ve en iyi ihtimal en kötü sona dönüşebiliyordu. Onunla ve onun bakışıyla değişecek olanlar dilinin ucundayken daha fazla zorlamanın da onu bekletmenin de anlamı olmadığına inanarak bir süre için de olsa son kez derin bir nefes aldı.

"Bana göre, yani benim baktığım yere göre kötü olan bir şey yok ama senin açından bakarsak birini kötü görmen muhtemel bir sonuç olabilir." Cümlesini bitirdiğinde bir anlık duraksama da Doruk'a bakarken onunla merak kendisine baktığını ve konuşması içim beklediğini gördü. "Diğerinden ise emin değilim. Onu söyleyince anlayacağıma inan"

"Beni korkutmak için böyle konuştuğuna eminim. Şu kötü olduğunu düşüneceğime inandığını söyle."

"Bir vaka için beni aradılar. Yani konu ile ilgili benden yardım istediler demek belki daha doğru olabilir. Direkt ilgileneceğim, üzerime almayı düşündüğüm bir konu değil ama işi emin bir ele teslim ettiğime ikna olmak için oraya gitmem gerek. Ve biraz da orada ne olduğunu bilmek, buna bağlı olarak bir yol bulmak istiyorum denebilir."

"Nereye?" diyen Doruk'un sorusu dolaysız ve netti. Nisan'ın nereye gideceğini bilir gibi ona bakarken gözünde Nisan'ın anlam veremediği bir bakış vardı. Kızgınlık ya da öfke değildi. Endişeye benzer bir bulut olsa da adını koyabilmesi için karşısındaki adamın aklından geçenleri tam olarak bilmesi gerekiyordu ve bunu bilmesinin yolu da yoktu. "Neresi olduğunu biliyor musun?"

Sorunun yinelendiğini duyduğunda adını anmaktan imtina ettiği kasabanın adını ona söylemeye nefesinin yeteceğinden şüpheliydi. Kaç yıl önce oradan bahsettiğini net bir şekilde anımsamıyor olmasına rağmen oradan ayrıldığı zamandan sonra birkaç kez o kasabadan bahsettiğini biliyordu. Yutkunurken bu bahsedişlerin hiçbirinin Doruk'a ya da şu anda hayatında olan kimseye olmadığını bilerek kendini rahatlattı. Kasabanın adını anmak hiçbir şeyi etkilemeyecek, hiçbir anı lekelemeyecekti. Gitmeyi seçiyorsa oradan bahsetmeyi de kabullenecekti. Gideceği yeri söze dökmeden anlatmasının bir yolu yokken böyle aptalca bir denemenin Doruk'u şüphelendirmesi de işten bile değil iken yapabileceğine inanıyordu.

"Hanpazarı diye bir kasaba."

"Nerede bu kasaba?"

"Ankara yakınlarında ama uçaktan sonra bir aktarma yapmam gerekecek."

"Ne kadar kalacaksın?" Çatılmış kaşların ardında öfke olmadığını bilirken duygularını anlamlandıramıyordu. Aralarında kısa bir mesafe olmasına rağmen ondan çok uzakta, ona dokunamayacak kadar ondan ötede olduğunu düşündü. Hiçbir fiziki kısıtlamaları olmamasına rağmen kelimeler mesafeyi arttırmıştı. Onu anlamasını da ne düşündüğü gerçeğini görmesine de engel olmuştu.

"Üç günden uzun olacağını sanmıyorum." diyebildiğinde orada üç saat kalabileceğini de sanmıyordu. Ama bir kez kendine bunu yapması gerektiğini söylemişken dönüşünü yakmıştı. Düşündüğünü yapacak, kendisine korkması gereken hiçbir şey olmadığını gösterip sağ salim dönecekti.

"Ne zaman gideceksin diye sorardım ama nedense yarın diyeceğini hissediyorum ve bunu bu anda duymak istemiyorum." Doruk Nisan'ın kendisinden uzakta olmasından ve olduğu zamanlardan nefret ederdi. Askerdeyken görüşememeleri birbirlerini en çok görmedikleri zamandı ve o bunu yenilemekten de böyle bir ihtimalin varlığından söz etmekten hoşlanmayacakken Nisan sabahın olmasından sonra bu işe girişeceğini o an söylemekten vazgeçti. "Şu ikinci konuya gelelim mi? Nedense onunla ilgili nasıl tepki vereceğimi bilemediğini söylediğinden beri onu daha çok merak ediyorum."

Doruk'un sorusu Nisan'ı durdurduğunda asıl meseleyi nasıl açacağını bilmeden ona öylece bakmaya başladı. Günün erken saatlerinden sonra kafasını kurcalayan mesele haline gelen o konu hakkında konuşmak daha da zorlaşırken bir kez daha yutkunarak dilinin ucuna gelenleri geriye iteledi. Merakla kendisine bakan Doruk'a bir an önce bir cevap vermesi artık bir zorunlulukken bunu yapamayacağını düşündü. Korkuyor ve bu korku önce kendisinden kaynaklanıyordu. Sonrasında ise eğer yaparsa ve bu haber Doruk'u mutlu etse bile Doğa konusu aklına gelirken onun için doğru bir zaman olmadığı aşikardı. Fakat onun ve onun bebek sahibi olması için doğru bir zaman olmaması bahsedeceği konudaki kişiyi ilgilendirmiyordu. Masum bir bebek için onun etrafında ya da geleceği dünyada olanlar önemli değildi. Buna ikisi hatta üçü birlikte karar vermek zorundaydı.

Nisan en nihayetinde konuşmaya karar verdiğinde konuşamadı. Telefonun gecenin yarısına bir saatten biraz fazla varken çalmaya başlamasıyla topladığı cesaretini bir an bile kullanamadan gelen aramayı kabul etti. Hattın diğer ucunda olan Bülent ondan acil yardım isterken onu ertelemesine imkan yoktu. Hemen geleceğini söyleyerek bir başka seçeneğinin olmadığını bildiği yere gitmek için hazırlanmayı kafasına koyduğu an Doruk'un memnuniyetsiz bakışlarını gördü. Emniyet Müdürlüğü'ne gitmesi gerek iken onunla kalamayacağını söylerken konuşmaları gerekeni sonra konuşmalarının hiçbir şeye etki etmeyeceğine dair ona garanti verdi. Huysuz bir çocuk gibi kendisine olan bakışını görmemeye çalışarak içeriye kaçtı. Fakat bunun bir dönüşü olacağını en iyi Nisan biliyordu ve o dönüş çok fazla zaman geçmeden de onu buldu.

Evden çıkmak için hazırlanan Nisan kapıda Doruk'u bulduğunda yalnız başına evden çıkmasına izin vermeyeceğini anlaması için onun konuşmasına gerek yoktu. Kendisi için kapıyı açan ve geçmesini işaret eden Doruk'u ardında bırakarak ilerlerken kapıyı kapatışını duydu. Şoför koltuğu yerine yan koltuğa otururken konuşmayacakları belli idi. Gecenin en önemli yerinde gelen telefon her şeyi olduğu yerde bırakıp devamının gelmesini engellerken ne zaman yeniden o konunun açılacağını her ikisi de bilmeden karanlık yolda ilerlediler. Sokak lambalarının seyrek olduğu orman yolundan uzunca bir süre gittikten sonra daha aydınlık yollarda ilerlerken Nisan bunun ikisinin ilişkisini gösteren bir ışık oyunu olduğunu düşünse de kendisini ya da onu düşünmekten ziyade karşılaşacağı anlaşmazlığı düşünmeyi seçti. Doruk ile konuşması önlerindeki yedi ay içinde olabilecekken bunun konuşulması için çok uzun bir zaman gerek yoktu. Nisan ona söylediğinde olacak ve bitecekti.

Doruk arabanın içinde olan sessizliği bitirmiş olacaktı ki radyoyu açtığında tanıdık bir şarkı çalmaya ve arabanın ses sistemlerinden geçip onlara ulaşmaya başladı. İkisinin de sevdiği bir ses bir filmin müzikleri albümünde de yer almış şarkıyı söylerken bu şarkının doğru bir anda söylenmediğini düşündü. Daimi müvekkiline ne olduğunu bilmeden uyuyan bir şehirde ilerlerken romantik ve hatta fazlasıyla duygusal olan bir şarkıya anla tersti. Yine de Nisan bu şarkıyı duyduğu için kötü hissetmiyordu. Bu an o şarkı için en doğru an gibi gelirken başka bir zamanda denk gelmenin hiçbir anlamı olmayacağını biliyordu. Oraya gitmekten başka bir çare göremezken bu ayrılık çok uzun sürmeyecekti. Eve dönmesi bir ömür kadar uzun süremezdi ve birkaç gün onlara hiçbir zarar veremezdi.