Tutsaklık, evde olmak değildir. Tutsaklık; sokaklarda, caddelerde, parklarda -yani yaşamın göbeğindeyken bile- kendine ait bir yaşamı sürdürememesidir insanın. Sürekli öngörülen adımları tekrar etmesi, kendine ait bir yönünün olmamasıdır. Risksiz yaşamaktır tutsaklık. Tekerrürdür.

Özgürlük, konfor alanının dışındadır. Evet, bazen insanın kendiyle, aklıyla çelişmesi gereklidir. Hatta çoğu zaman gereklidir. Kafamızın içindeki düşüncelerin çoğunu oraya biz sokuşturmadık neticede.

Neyse, bu konuları geçelim. Geçelim evdekilerle anlaşamıyor oluşumuzu, sıkkınlığı geçelim. Sokakta olmanın, klişe ritüellerin özlemini çekmeyi geçelim. Aşk acısını geçelim. Kitap önerilerini, sahte çekilişleri, karşıt fikirleri geçelim. Yöneticilerimizin ''başarısızlığını'' geçelim. Koca toplum olarak sahipsiz, çaresiz bırakılışımızı geçelim. Herkese ''evde kal'' komutu verilirken gariban işçiye ''sen çalış'' diyenleri geçelim. Geçelim kelleri, felleri, kare gömlekleri; sarayları, jetleri, ejder meyveli smothieleri geçelim. Bilmem kaç avroluk çantaları, kol saatlerini geçelim.


Bakın bir şey anlatıyor bize dünya. Felaket hep başkalarına uğramaz, diyor. Kendinize gelin, diyor. Sıraya çekiyor, tırnaklarıyla sıkıyor kaba etlerimizden. Korkutuyor, ürkütüyor. İdrak yeteneği olan insan, en çok korktuğu anlardan ders çıkarır ve bu konuda dilediğimiz kadar keskin konuşabiliriz. Denklemin dışarıda kalan kısmı; cehalet falan, oralara girmiyorum.

Kapısına bir salgın dayandığında nasıl da özüne dönüyor büyük insanlık. Dünya, nasıl da yeniliyor kendini. Her şey nasıl da olması gerekene doğru evriliyor.


Dünya çok gergin. Eli ayağı titriyor dünyanın. Sizin o kibirle yükselttiğiniz çirkin yapılar var ya; kimin göğünü deliyor lan, diyor. Elini koyacak bir yer bulamıyor, biraz soluklandıktan sonra müteahhitlere epeyce sövüyor. Götünüze girsin o parlak pencereler diyor hafif sakinleştikten sonra.

Bunun yanında insan oldukça rahat. Dünyanın ağırlığı olarak rahat. Ağaçların, denizlerin, hayvanların, ovaların talan edeni olarak rahat. İnsanın bu rahatlığı karşılığında başka insanları ve doğayı ve kendini sömürmesi, hırpalamasına edebiyat kitaplarında sıkça rastlıyoruz.

Sonuca gelecek olursak; insan en çok kendine ağırlıktır aslında.


Az önce, yaklaşık bir saat boyunca kendimi aksine ikna etmeye çalışsam da; istemeye istemeye, dünyaya, evrene, kendime, topluma ve birtakım hükümetlere küfür ettikten sonra markete gitmek üzere evden çıktım. Evden o kadar çıkmak istemiyordum ki bir yanımın hâlâ evde olduğuna eminim.

Hava ayaz, sokaklar tenha... Epeydir, ne zaman sokağa çıksam kendimi distopik bir filmin ortasına bırakılmışım gibi hissediyorum. Market kapısından içeri girerken, sağdaki manav reyonundan eldivensiz bir şekilde sebze seçen adama küfür ettim önce. Bunu sürekli yaparım. Bu sürekli yapılmalıdır. Etrafta her zaman sessizce küfür edilecek birileri bulunur çünkü. Bireysel hassasiyetler diyelim. Kasada duran kadına artık selam vermiyorum, en son ''Kolay gelsin.'' dediğimde tepki vermemişti çünkü. Hak etmeyene selam yok, bu konu radikal çizgimdir. Eldiveni, maskesi takılı; iyi bari, ölmesini istemem. Markette kısa bir tur attıktan sonra makarna, kola, bir iki çeşit cips, bir de sıvı yağ aldım. Marketteki diğer insanlardan kaçarak kasaya yöneldim ve gereken sosyal mesafeyi sağlayarak hesabı ödedim. Tüm bunları yaparken de mütemadiyen nefesimi tuttum tabii. Bina kapısına geldiğimde göğsümde o her zamanki doluluk vardı yine. Dış kapının boğumunu serçe parmağımla açtıktan sonra dirseğimle kapattım. Eve girer girmez önce anahtarları yıkadım. Sonra ellerimi tekrar yıkadım. Montumu çıkardım, ellerimi tekrar yıkadım. Poşetler vardı, yiyecekleri poşetlerden çıkardıktan sonra ellerimi yeniden yıkadım. Kendimi hala kirli hissediyorum. Neydi bu sözcüğün TDK'daki karşılığı? Neyse politik mesaj vermeyeceğim artık. Her şey politik olsa bile, politik mesaj vermemiş olmanın kendisi dahi politik olsa bile...


Mutfağa geçtim. Sofrayı hazırladım. Tabak, çatal; domates, salatalık ve sofrada olması gereken her şey sofrada. Fakir sofrası neticede, sofradakileri saymak zor olmuyor. Ama dur! Bir şey eksik. Bir şey... bir şey...

Hassiktir, ekmek almayı unutmuşum.