Herkesle göz temasımı kaybettim. Yitirdim karanlıkta bir çift göze dönüşen ellerimi. Yanında sevgilisi olduğu halde herkesin elini cebine sokmasına neden olan bir soğuğa dönüştüm. Düşündüm: Neden insanlar sadece konuşurken göz teması kurar? Neden birbirlerine sessizce ve saatlerce bakmazlar?
Düşündüm: Neye dönüştüm? Neye dönüştüm de eski halimi özledim böyle?
Sadece kitaplar vardı, dedim kendime. Her şey daha iyiydi. Yolunda gibiydi. Dört duvar ve tam ortasında ben vardım, dedim kendime. Her şey daha iyiydi. Kusursuz gibiydi. Arada bir açılan perde ve aralanan cam... Komşu da perdesini açana ve çocuklar sokağa çıkana kadar... Sonra yine dört duvar ve tam ortasında bir ben. Ters dönmüş bir böcek gibi yere yatışım... Uzun bir yalnızlığın içinden çıkıp geldim ben. Kendimi tanımak istedim. Kendime sahip olmak. Kendi acımı dindirmek istedim. Kimse olmadan. Hiç kimseye alışmadan. Uzun bir yalnızlığın içinden çıkıp geldim ben yine acımı dindiremedim. Kendime olan öfkem de burada acımam da. Ben bir türlü alevleri söndüremedim. Belki kibritin ucundaki belki de dağın eteklerindeki...
Arkadaşlıklar dostluğa dönüştü. Matruşka bebek açıldıkça açıldı. Gövdesi deşilmiş bir kadavra gibi ellerinde kalakaldı. Herkes üfledi, üfledi... Az veya derin bir nefesle. Üfledi. Yine de sönmedi. Bu acı, bir uzuv gibi bedenime yamalandı. Zaman yalan. Zamanı yalanlayan acılar var. Biliyorum. Biliyorum, bilmiyorsun. O yüzden söylüyorum, dinle. Zaman yalan. Akrep ve yelkovan değil, senin ellerin geçirecek her şeyi. Uzun bir yalnızlığın içinden çıktım geldim. Kapalı kapıların önünden geçtikçe yeniden yalnız kalmak istedim. Matruşka bebeğin beşincisinin içini kimse açamadı. Kimse bilemedi matruşka bebeğin altıncısının da olduğunu. Uzun bir yalnızlığın içinde ana rahminde durur gibi durdum. Kendimden çok doğurdum. İçimde çoğaldıkça çoğaldım. Ve ben bile şüphelendim: ya matruşka bebeğin yedincisi de varsa?