Bir yolculuk esnasında gördüm gözlerini,

Masmavi ama buğulu feri...

Sanırsın okyanusun serseri sularını taşıyor gözlerinde!

Gelgitin sert kayaya vurması gibi falezler açmış ruhunda,

Yaşlı...

Bir başına.

Bastonu var kırışıklıkla dolu elinde.

Ayakları yürümeye hasret birer kürek mahkumu...

Yürümemek için verdiği çile!

Sırtında taşıdığı yüklerden kamburlaşmış beli,

Daha da büküyor silik siluetini.

Taşıdığı yüklerden yorgun düşmüş ederi.

Ufacık sırtında ağır bir deste!

Kim bilir neler birikti yüreğinde.

Sessiz,

Başı önünde,

Ağzına koca kelepçe vurulmuş gibi kapanmış dili!

Bir başına kalmışlığın korkusu sarmış yolculukta.

Karamsarlık tokluğu buruşmuş burnunda...

Kalabalıklar içinde yalnızlığını iliklerine kadar hissetmiş bir çare.

Diyememiş tek kelime,

İsteyememiş en ufak bir yardım yabancılıkta.

Kabullenişi öyle keskin ki...

Zoruma gitti,

Kokuşmuş çaresizlik içimi eritti.

Gel zaman git zaman karşılaştık sonunda,

Aç mısın diye soran soru karşısında doldu deniz mavisi gözleri,

Açım, diyebildi.

Bir bebek gibi dokunsan ağladı ağlayacak gözleri...

Niye direkt sordum ki pişmanlığı boğazımda,

Ellerini tuttum minicikti kalbi.

Dua etti kalpten uzunca bir zamanda.

Sanırsın kayıp çocukları annelik etmeye gelmiş,

Hakkını ödeyeceklermişmiş!

Aradılar birkaç defa dedi yutkunarak.

Aç mısın diye sormuşlar,

Yolculuk fena mı diye dem tutturmuşlar.

Bu kadar...

Ne bir erzak ne bir teslimiyet.

Bir başına gidiyor nene yağında kavrularak.

Biçare...

Kızdım çokça.

Kızgınlığım çok ukala!

Diyemedim tek kelime,

Sustum anca.

Sonra,

Kamburu oturdu yamacıma.