Kendi çölümde serap göremeyecek kadar körleştim ve güneş geçmeyecek kadar serinledim. Karşıma her çıkışında basan sıcaklık, parmak uçlarıma kadar beni terletirdi. Ardından sıcağa aldırış etmeden bir veda eder ve ben üşümeye başlardım. Yine aniden karşıma çıkmış ve aniden veda etmişti. Ben ise kendi çölümde titremeye başlamıştım. Güneş, çaresizdi.
Uzun yıllar olmuştu görmeyeli. Bu süreçte en büyük korkum sesini unutmak olmuştu. Bu gerçekle yüzleşemedim. Sağır olmak, dileklerim arasında ilk sırada yerini alır oldu. Onun sesinden mahrum kaldığıma göre dünyanın sesinin bir önemi yoktu. Şarkılar anlamsızdı. Dinlediğim en güzel şarkı onun nefesinden çıkardı. Sözlerinin anlamını hiç tartamadan sarhoş olurdum, cümlelerinin ahenginde. Onun için benim cümlelerim hiç anlaşılmazdı. Eskiden beni anlayan tek kişi olduğunu bile unutmuştu. Şimdilerde o da beni anlamıyordu. Sesi soluğu kesilmiş mektupları, benim bu anlaşılmazlığımı kabul etmişti. Mektubun sonunda karşılaştığım veda cümleleriyle sarhoş düşmüştüm. Gözlerimi açtığımda ıssız bir çölün ortasındaydım.
Yaralarım kabuk bağlamıştı. Benim en büyük zevkim de yaralarımın kabuğunu soymaktı. Her soymamda kanadı ve yandı. Acılarım tazelendi. Kimse dur demedi. Kimseler yoktu. Olsalar da ben zaten duymuyordum. Kanım kumlara izimi çizerken ben yürümeye devam ediyordum.
Bıkmadan usanmadan elimdeki tek fotoğrafına ve arkasında yazan nota bakarak dolaştım kumlarda. Yarama merhem olacak bir şey yoktu. Yaralarıma ve kendime ben de merhem olmayı düşünmüyordum. Güneşin altındayken soğuktan titreyen ellerimde fotoğrafına bakarken bir çöl fırtınası başladı. Gözüm hiçbir şey görmezken ellerimden bir şeyin kaydığını fark ettim. Fırtına durmuştu. Gözyaşlarımla kaktüsleri sulayarak kumları karıştırdım. Bulamadım. Fotoğraf elimden uçup gitmişti. Tıpkı onun gidişi gibi fotoğrafı da gitmişti ve ben yine tutamamıştım. O da bir kuş misali çırpınışıyla tozları kaldırıp gitmişti.
Korkularımın arasına yüzünü unutmak da eklenmişti. Hatta okumayı bile unutabilirdim. Zaten okuyabildiğim tek yazı, fotoğrafın arkasındaydı. Yazabildiğimse adıydı. Alfabemde çok az harf vardı. Yoruldukça yere çöktüm ve çehresini kuma çizmeye çalıştım. Sonra hızlı hızlı kumu karıştırarak uzaklaştım. Küçükken adını deftere yazarsam birisi görür diye korkarak toprağa yazardım. Yine birilerinin bunu göreceği korkusuyla adını silerdim. Bilmezdim, her seferinde kalbimin orta yerine adını kazıdığımı. O korkuyla da çehresini sildikten sonra yürümeye devam ettim. Her seferinde çizdiğim çehresi, giderek başka birisine benziyordu.
Üşüsem de su istiyordu vücudum. Kaktüsten farkım yoktu. Heybemde su bitmişti. Suya hasrettim. Suya kavuşsam yine kaktüs gibi onu içime hapsederek tüketecektim. Susuzluğumun arttığı esnada güneş de kaybolmak için hazırlanıyordu. Sert bir akşam geçireceğimi bildiğim için bir yerde durmaya karar vermiştim. Yoluma sabah devam edecektim. Sırtımı bir yere dayadıktan sonra yine ağlamaya başladım. Ben Mecnun değil, çöldeki bir kaktüstüm. O ise sadece bir suydu. O yokken ona muhtaç olurdum ama varlığında da kıymetini bilmeden tüketirdim. Sırtımda ağrılar ve sıcaklık vardı. Çölün sertliğine meydan okuyarak ve gökyüzüne son kez onu sevdiğimi söyleyerek uyudum.
Güneş beni uyandırmıştı. O gelmemişti ama ben üşümüyordum. Yaslandığım yerden doğrulduğumda sırtımı verdiğim kaktüsün dibinde kanımın kuruduğunu fark ettim. Sırtıma elimi attığımda pürüzler hissettim. Kurumuş kanların yaptığı kabukları birer birer kaldırdım. Hiç acı hissetmiyordum. Buna anlam verememiştim. Buna bir anlam arayarak vakit de kaybetmek istemiyordum. Yüzünü unutmamak için toprağa resmini çizmek istediğimde adeta bir fotoğraf gibi gerçekçi olmuştu. Bunu hiç bozmadan ölene kadar izleyebilirdim. Bu esnada bir ses duydum. Bir ayak sesiydi ama kimse yoktu etrafta. Resmini topraktan silmeden heybemi de alarak sese doğru yürüdüm. Ben sese gittikçe ses, her seferinde başka yerlerden geliyordu. Sürekli başka yönlere doğru yürürken son olarak döndüğüm yönde onu gördüm. Onu görmemle ayak sesi de kesilmişti. Ayak sesinin yerini onun sesi almıştı. Nihayet sağır da olmuştum ama tuhaf bir sağırlıktı. Onun sesinden başka hiçbir ses işitemez olmuştum. İsmimi söylüyordu. Ona doğru yürümeye başladım. Adımı tekrarlamaya devam ediyordu. Ben bu esnada ona yaklaşıyordum ama o uzaklaşıyordu. Onu değil, aslında serap gördüğümü anlamıştım. Buna rağmen sadece onu dinleyerek yürümeye devam ettim. Çölün sert geçen gecelerinde serap bile göremeyeceğimi bile bile yoluma devam ettim çünkü artık Mecnun olmuştum.
20 Ocak 2022'nin bittiği esnada.
burhan13s
2022-01-25T16:18:06+03:00Düşüncelerin için teşekkür ederim, Mısra. Her zaman böyle düşündürebilmek umuduyla. 😌 Eksik olma. :)) 🙏
Mısra Ergök
2022-01-25T15:32:23+03:00Çok iyi bir öyküydü. :)
burhan13s
2022-01-24T22:02:43+03:00Teşekkür ederim, Server Bey. Eksik olmayın. :)
Server Fethi
2022-01-24T20:06:50+03:00Güzel bir öykü. Ellerinize sağlık. 🙏