René Magritte, La Victoire, 2010 




“…Pencerede gördüğüm o gölge artık ortalıkta yoktu. Ama bıraktığı izler, zihnimde derin bir oyuk açmış gibiydi. "Sen, neredesin?"

Zarfı hâlâ sıkıca tutuyordum. Sanki elimde tuttuğum o küçük kağıt parçası, cevabını bilmediğim bir bilmecenin anahtarıydı. Koltuğa geri oturdum. Etrafımdaki sessizlik bir ağ gibi üzerime çökmüştü. O an fark ettim ki artık buradan kaçamazdım. Bu, bir barda yaşadığım tuhaf bir karşılaşma değildi artık. Bu, beni derinlere çeken bir çağrıydı.

Bir şey yapmalıydım. Ama ne? Zarfı dikkatlice yeniden inceledim. Sadece tek bir kelime yazıyordu: "SEÇ." Bu kadar yalın, bu kadar belirsiz…

Zihnimde yankılanan Mephisto'nun sesi bir kez daha beni harekete geçirdi: "Kendine dönüp bak." Kendime dönüp bakmak... Bu, insanın en zor yaptığı şey değil miydi? Geçmişte yaptığım hataları, korkularımı, kendime itiraf edemediğim gerçekleri düşündükçe zaman ve mekan duygumu kaybetmek üzereydim.

Soluk aldım ve gözlerimi kapadım. Bir an için tüm dünya sustu. Zihnimde tuhaf bir kapı belirdi. Eski, ağır ve demirden bir kapı. Yıllardır açılmayı bekliyordu sanki. Kapıya doğru ilerledim.

Kapıya yaklaştıkça üzerindeki semboller belirginleşti: hayatımdaki dönüm noktalarını temsil eden şekiller; bir çocuk eli, kırık bir saat, bir kalp, bir ayna… Hepsi bana ait anılardı. Kapının tokmağına dokunduğum anda Mephisto'nun o tok sesi yankılandı: "Hazır mısın? Bu kapıyı açmanın geri dönüşü yok."

Hazır mıydım? Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum ama içimde bir şey, bunun kaçınılmaz olduğunu söylüyordu. Tokmağı çevirdim ve kapıyı araladım.

Kapının ardında, göz alabildiğine beyaz bir boşluk vardı. İlk adımımı attığımda anılarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Her biri bana bir şey söylüyor, her biri beni bir seçimle yüzleştiriyordu.

Çocukluğumdan bir sahne belirdi. Küçük bir çocuk olarak köşeye sinmiş, elimde kırık bir oyuncakla ağlıyordum. Bir ses fısıldadı: "Bunu neden hatırlıyorsun? Kırık oyuncak mıydı seni üzen, yoksa kimsenin seni fark etmemesi mi?"

Bir sonraki sahnede gençliğime gittim. Bir arkadaşıma sırtımı dönmüş, kendi çıkarlarım için onu yalnız bırakmıştım. O an içim parçalanmıştı. Mephisto'nun sesi bir kez daha yankılandı: "Herkes kendi cehenneminin oduncusudur, dostum. Senin cehennemin nedir?"

Adım attıkça, karşıma kapılar çıkıyordu. Her iki kapının ortasında sorular vardı:  Sevgi mi, özgürlük mü? Onur mu, gurur mu? Gerçek mi, huzur mu? Hepsinde biraz duraksıyor, hepsinde vermek üzere olduğum cevaplarla mücadele ediyordum.

Sonunda bir kapı daha belirdi. Üzerinde sadece bir kelime vardı: "VARLIK." Anlamını tam çözemedim ama bu kapıya yöneldim. Tokmağı çevirdiğim anda Mephisto'nun sesi bir kez daha kulaklarımı doldurdu:

"Şimdi anladın mı? Cehenneminin sınırları yok. Senin seçimlerin, senin varoluşun. Peki, şimdi ne yapacaksın?"

Kapının ardında, kendimi gördüm. Gözlerimin içine baktığım o an, her şey anlaşıldı. Ben, kendi hapishanemin gardiyanıydım. Mephisto'nun oyunları, sadece beni kendi yüzleşmemle baş başa bırakmak içindi.

O anda her şeyin bir anlamı olduğunu fark etmeye başlamıştım. Gözlerimi açtığımda oturma odamdaydım. Zarf masanın üzerinde duruyordu. Ama artık bir fark vardı. "SEÇ" kelimesinin altına bir şeyler daha eklenmişti: "YAŞA."

Mephisto bir daha bana görünmedi. Onun bıraktığı iz, tüm hayatımın dönüm noktasıyla eşdeğerdi. Çünkü artık biliyordum ki her seçim varoluşun bir parçasıydı ve korkmaktan vazgeçmek, ilk adımı atmaktı…”