Kedisinin peşinden merdivenleri tırmandı küçük kız. Küçük dediğime bakmayın, yaşıtları genç kadınlar olmuştu da onun yaşı büyüse de ruhu büyümemişti. Kendini hala çocuk olarak görüyordu, e öyle değil miydi zaten? Her neyse, konumuzdan sapmayalım. Kedisi merdivenleri pıtır pıtır tırmanırken o da onu yakalayabilmek için peşinden koşuyordu. Fakat kedi, onun çıkmaya çekindiği kata çıktığında tedirgince duraksadı. Bu katta yaşayan ihtiyarla karşılaşmaktan çekiniyordu. Adamın kötü biri olduğundan değil, o apartmanda doğup büyümüş olmasına rağmen yüzünü sayılı kez görmüş olmasından kaynaklanıyordu. Kedisi en üst kattaki demir parmaklıklarla örülü çatıdan onu miyavlayarak çağırdığında, utana sıkıla tırmandı merdivenleri. Demir parmaklıklar normalde zincirle kilitliydi fakat o gün zincir yoktu ve kapısı hafif aralıktı. Yıllardır o çatıda ne olduğunu deli gibi merak eden kız, merakına yenik düşüp çatıya çıktı. Kedisi de sanki ona burayı göstermek istiyormuş gibi peşinden gelmesini bekliyordu. Kız, çatıdaki kapısı aralık küçük daireyi adımladığında gergin fakat heyecanlıydı. Yakalanmaktan korksa da bu garip dairede ne olduğunu, neden bu kadar gizemli olduğunu öğrenmek istiyordu. Kapıyı itip içeriye girdiğinde ufak çaplı bir şaşkınlık yaşadı. Evin camlı kapı ile kapalı salonu tıka basa eşya ile doluydu, eşyaların gölgesini buzlu camda görebiliyordu. Evin kalanı ise ev bile denemeyecek bir haldeydi. Her yerde öbek öbek eşyalar vardı ve bunların çoğu pahalı görünüyordu. İhtiyar bunları gittiği Almanya gezilerinden getirmiş olmalıydı. Evin tek düzgün yeri boylu boyunca camla kaplı odanın cam kenarıydı. Uzunlamasına bir masanın üzerinde muhtemelen dünden kalmış içi telve dolu Türk kahvesi bardağı, kül tablası ve bir adet dürbün vardı. Fakat bütün bu curcunayı unutturacak bir şey vardı bu dairede; manzara koskoca İstanbul'u küçük kızın ayaklarının altına sermişti. Haliç'i görüyordu, Galata Kulesi biraz köşede kalsa da selam veriyordu, Galata'nın çaprazında Kız Kulesi bakıyordu ona, Boğaz'ın eşsiz maviliği, köprülerin hareketliliği, kısacası her şeyi ile İstanbul'u önüne getirmişti.


Ne kadar ironik değil mi, bu eşsiz manzaranın baktığı sokağın altında da İstanbul, bütün pisliği ile önüne seriliyordu küçük kızın. Sokağın sağ köşesindeki kaçak kumarhanede çıkan çatışmanın silah seslerini duyalı çok olmamıştı halbuki. Köşebaşında gencecik canları zehirleyen kara suratlı adamları da görüyordu. Neredeyse her gün çocuklarına bağıra çağıra şiddet uygulayan annenin çığlıkları da hemen şu çaprazdaki binadaydı. Evin tam karşısındaki binada hayat kadınları leş kokan çürümüş adamların güdümü altında hayatta kalmaya çalışıyordu. Sokağın sol köşesinde ise öfke sorunları olan araba tamircisinin küfürlerini duyabiliyordu kız. Apartman o kadar iyi konumlandırılmıştı ki apartmanın caddeye bakan ön cephesinde herkes normal bir mıntıkada yer aldığını düşünüyordu. Fakat işin aslı hiç de öyle değildi. Küçük kız tek başına binanın arka tarafındaki sokağa gözünün ucuyla bile bakmaya korkardı. Sanki her an bir adam çıkıp kara elleriyle boğazına yapışacakmış gibi hissederdi. İşin trajikomik yanı, caddenin çöp kutusu o sokaktaydı, annesi çöpleri eline tutuşturduğunda çöpleri atar atmaz evine doğru tabanları yağlardı. Ee, evinin camındaki koca kurşun çatlağı, ona gerçekleri unutmasına izin vermiyordu ki. Nefret ediyordu kız o apartmandan, hiç normal komşusu yoktu çünkü. Üst katlarındaki ruh gibi insanların hiperaktif çocuğu ile arkadaş olmak aklının ucundan bile geçmemişti zaten. Her gece uyku vaktinde onun tepesinde tepinen bir çocuğu nasıl sevip arkadaş olabilirdi ki? Üstelik çocuğun ailesi de buz gibi, ruhsuz bir aileydi. Kapı aralığından dehşetle bakar, işleri bitince hızlıca kapıyı kapatırlardı. İhtiyarın bu insanlarla akraba olması da şaşırtıyordu onu. Bugüne bugün bir kez bile selamlaştıklarını görmemişti.


Peki bu binanın olayları burada biter mi? Tabii ki de hayır. Apartmanın girişinde geniş ve süslü bir kıraathane vardı. Oranın bodrumunda da kumarhane. "Orada da mı kumarhane yahu, bu nasıl bir yer?" diye sorarsanız, ben de bilmiyorum. Fakat bu kumarhane diğerinden farklıydı. Ensesi kalın, kirli işlere bulaşmış fakat devlet işleri ile de alakadar olan kaliteli pis insanlardı. Pis dediğime bakmayın lafın gelişidir bu. Çünkü bu kıraathanedeki adamlar küçük kızın kedisiyle tanışmasına vesile olmuştu. Yaralı hayvancağıza bakıp beslemişlerdi. Üstelik cadde üzerindeki diğer kedilere de mama ve su koyarlardı hep. Bu sebeple kızla arkadaş olmuşlardı. Kızın kedileri üzerinden konuşulur, caddedeki hayvanların hali hatırı üzerine kısa sohbetler yapılırdı. Şimdi "Bu adamlar pis adam değil miydi, küçücük kız koca koca adamlarla niye sohbet ediyor?" diye bir soru aklınıza düşmüş olabilir. Hemen cevap vereyim. Bu adamlar her ne kadar kirli işlere bulaşmış olsalar da neredeyse hepsinin çoluğu çocuğu, torunu torbası vardı. Küçük kıza da kendi torunlarıymış gibi muamele ederlerdi fakat hiçbir zaman içli dışlı olmazlardı. Şimdi neden çok da pis değillerdi dememi anlamışsınızdır. Kızcağız da ne yapsın, sohbet edecek pek kimsesi, alternatifi olmadığı için onlarla ayaküstü sohbet ediyor, bazen de güneşin tepede yandığı günlerde kedisinin ve yavrularının başında nöbet beklerken ikram edilen meyveli sodayı utana sıkıla fakat derin bir minnet duygusuyla içiyordu.


Küçük kız, yıllardır içinde bulunmaktan nefret ettiği şehrin bütün güzelliğini bir anda görünce şoka girse de tüm bu katranlı, ağır gerçekler orada duruyordu işte. Kısacık ömrü boyunca insanların neden bu kadar İstanbul diye yanıp tutuştuğunu hiç anlamamıştı. Tamam, vapurla gezmek falan güzeldi ama bu şehir pislik doluydu. Ya da kendisi en çok o yüzüyle tanışmıştı bu şehrin. Bir çocuk için ağır bir yük olsa gerek. Onun aklı hep karlı memleketlerin küçük fakat yalnızlık diye bir şeyin var olmadığı köylerindeydi. Televizyonda yaşıtlarıyla beraber karlarda yuvarlanan, açık kırlarda koşan çocukları görünce hep içi burulurdu. Kendisinin beraber koşup geniş açıklıklarda doyasıya kar topu oynayabileceği arkadaşları yoktu.


O manzaraya dalıp gitmişken bir anda ağır aksak adımlar duyunca irkildi. İhtiyar adam kahvesiyle beraber köşesine geçmeye hazırlanıyordu. Onu ve odanın ortasında sere serpe uzanmış kedisini görünce ağır ağır güldü.


"Seninki yine geldi mi buraya? Benim terastaki kuşları götürüyor ha, biraz kız şuna."


"Evet, son zamanlarda çok çıkıyor buraya. Kızıyorum ama dinlemiyor beni. Kusura bakma Temel amca."


Adam cam önündeki sandalyeye otururken kıza bakıp güldü. Galiba korktuğu kadar da soğuk bir adam değildi bu ihtiyar.


"Ne kusuru canım, hayvandır ne yapsın. Manzarayı sevdin galiba ha?"


Kız utangaç bir şekilde ellerini önünde kavuşturup adamı onayladı. Adam ona sıcak bir şekilde güldü. Ayaküstü kısa bir sohbet de ettiler hatta. Basit, "Okula gidiyor musun, kaçıncı sınıfsın, büyüyünce ne olacaksın?" sorularıydı bunlar. Kız daha fazla oyalanmadan adamı manzarası ve yalnızlığı ile baş başa bıraktı. Birkaç gün sonra ise yaşlı adam kedisi için çok güzel bir ev yapıp evin üzerine bir poşet dolusu çikolata bırakarak kapıyı çalıp çıkmıştı yukarı. Kız kapının önünde muntazam bir şekilde yapılmış kedi evini ve çikolataları görünce epey şaşırmış ve mutlu olmuştu. Üstelik çikolatalar fındıklı ve fıstıklıydı! Bir çocuk için ne kadar önemli şeyler bunlar... Annesi kedisini eve almaya izin vermediği için kapının önünde bakmak zorunda kalıyordu, ona güzel bir yatak yapmış olsa da ihtiyarın yaptığı evle boy ölçüşemezdi. Artık kedisinin de çok güzel ve sıcacık bir yuvası vardı. İhtiyarın bu iyiliği onun kalbinde çok derin bir yer kaplamıştı. Bu sessiz, yalnız adam onun kalbine sessizce sevgi ve minnet tohumu ekmişti âdeta.


İlerleyen zamanlarda kedisi çatıya kaçtıkça adamla ayaküstü muhabbetler etmiş, onu daha iyi tanımaya başlamıştı. Adam da bu küçük kızın dostluğuna dair minnetini kapısına asıp gittiği çikolatalarla dile getiriyordu. Belki kendisinin sahip olamadığı çocuğa olan şefkatini bu küçük çocuğa gösterip mutlu oluyordu, belki de sadece çocuğu mutlu etmek istiyordu. Bunun cevabını ihtiyardan başka kimse veremez. Fakat şu bir gerçekti ki, içinde milyonları barındıran bu koca şehrin keşmekeşi içinde yalnız olan iki insan, iki bambaşka dünya, merdivenin iki ucundaki iki hayat, bir kedinin çatı katına kaçmaları sayesinde birbirini tanımıştı. Aralarında açık ve güçlü bir iletişim olmasa da ihtiyarın kıza ve kedisine gülümsemesi, küçük kızın ihtiyarın halini hatırını sorması, ona minnet ve sevgi duyması, buz gibi yalnızlığı biraz da olsa ısıtmıştı...