Sevdiğim adam önce gitmemi kabullendi, sonra kalmam için gözlerimin içine baktı ama yine gitme demedi. 

Sevdi beni, sevişti de üstelik. 

Karşımda otururken bile yanımda duruyordu. Düşünebiliyor musunuz? Elimi tutuyordu. 

Sonra bir akşam, yürüdü benimle o koca sahilde. Belki de ilk defa kaçırdı gözlerini. Bir kez daha gitme diyemediği için oturdu bir denize ağladı. İnanabiliyor musunuz? Yanımda ağladı ve ben kalıyorum bile diyemedim. 

Nasıl diyecektim ki?


Son olduğunu sanarak baktığım gözlerinde gitme diyen biri vardı. Önce iç çekerek, sonra saate bakarak, sonra yutkunarak, yarı ağlamaklı bana bakıp şey dedi, "kendine iyi bak tamam mı?" Sizin aklınız alıyor mu? Nasıl bir çaresizlik? Onu görene kadar gitmekten başka bir seçenek olmadığını düşünen ben, bir sebep arıyordum. Bir bahane, kalmam için hatırı sayılır bir neden. 

Beni duyduğun için teşekkür ederim Allah’ım. 

O telefon geldiği an karar vermiştim zaten kalmaya, ama sanki bunu bile zorla yapıyormuşum gibi hissettirmeye çalışıyordum. Her şeyi bir kenara koyup sadece onun için kaldığımı bilmesinin ağırlığını ona yüklemek istememiştim sanırım. 


Sonra çok şey oldu. Bazen elim kanadı ona koştum, bazen de yüreğimdeki sesleri susturmak için ondan kaçtım. Bazen kabullendim, bazen isyan ettim. Bir yanım yetinirken, diğeri hep daha fazlasını istedi. (Bekledi) Her seferinde onun bana koşan ayaklarını daha çok sevdim. Sevilmek ilk defa mıh gibi yapıştı, ilk defa sırıtmadı üzerimde. O kadar güzeldi ki onun o yolda bana gelirken yürüdüğünü görmek. Sanki ikimiz bir mağarada yaşıyorduk. Kimsenin bilmediği bir yeri keşfetmiştik. (Birbirimizin kalbi) Ne zaman soluklanmak için gitsek birbirimize rastlıyorduk. Çok güzeldi onunla bir hayalin içinde gizli kapaklı da olsa yaşamak. Çok güzeldi ona sığınmak. Çok güzeldi onunla sığınmak. Her seferinde beni dünyanın en güvenli yerindeymişim gibi hissettiren kolları çok güzeldi. Kalbi çok güzeldi. Anlayabiliyor musunuz? Sevmekten başka çarem yoktu. Yemin ederim yoktu. 


Hiç, dünyanın bütün insanlarının anlamsız geldiği zaman oldu mu size? Herkesi tek tek elediğiniz, bir tek o olsun dediğiniz. Aşk neden bu kadar tehlikeliymiş biliyor musunuz? Çünkü kendi canınızı hiç düşünmeden onunkinin önüne koyabiliyormuşsunuz. Hani canı acısa canım acır dedikleri türden. Onun canını yakmamak için kaç gece tırnaklarınızı etinize batırdığınızı saymayı bırakıyorsunuz. Bu şehrin gökyüzünde bile anımız var bizim, birlikte baktık, birlikte ağladık. Birlikte yürüdük onca sokakta, birlikte oturduk o bankta, nereden başlayacağım unutmaya? Hangi anıdan, hangi acıdan, hangi sokaktan, hangi sevilmişlikten, hangi merak edilmişlikten? Allah aşkına siz söyleyin, ben kalbimi nerede bırakacağım?


Bu şehrin denizlerini de daha çok seviyorum üstelik artık. Boşluğa bakar gibi saatlerce dikildik karşısında. O limanlar, o rıhtımlar, hepsinde birbirimize söylediğimiz en az iki cümle var. Bir tanesi benim kalbimde asılı kaldı.


“Canımın yarısını gecenin bir vakti Sarayburnu manzarasında, onun gözlerinin içine baka baka o rıhtımda bıraktım.” 


Sevdiğim adam karşımda tam üçüncü kez ağlıyor. Hani hepimizin keşke şu an ölsem dediği bir an olur ya, benimki o andı işte. Gözlerinde gördüğüm o ne yapacağını adı gibi bilen ama yapamayan çaresizliğini ölsem unutmam. Ben de üzülüyorum derken suratındaki ifadeyi ölsem unutmam. Kaç damla yaş aktı hepsini saydım. Hepsi kalbimde bir kıymık. O gün seni ağlatan kendimi ölsem affetmem. 


Kokunun üzerime bulaştığı, kokunun odayı sardığı, kokunun yastığa sindiği, kokunun bana her şeyi unutturduğu bir geceden yazıyorum. Yanında aldığım nefeslerin daha çok kıymetini bilerek. Yanındayken yaşamak daha keyifli, bunu bilerek. Herkes telaşsız, her şey yerli yerinde. Senin yanında hiçbir şey yapmadan, hiç konuşmadan durmak bile yaşamak. Ben hepsinin kıymetini bilerek uyuyorum. Umarım o da bunun ne demek olduğunu biliyordur. 


Kalbimdeki yarayı gördüm. Merhemi yok. Kalbimdeki yarayı kalbime gömdüm. Mezarı dahi yok.