İçimde hiç bitmeyen sonbaharlar var. Gidip gelip aynı boşluğa düşmek gibi hatalarım var. Sıklıkla da tekrarlarını sağladığım ve bunca şeyin ne anlamı var sorusunun, gördüğüm, hissettiğim ve önüme düşenlerin üstündeki kalabalığı çekip aldığı bir yer burası. Her birini tek tek elime alıp inceliyorum çünkü bazılarının çok büyük bir anlamı varmıçcasına taşımışım. Her birini istisnaî yerlere koymuşum ve kendimle onlar arasında kuvvetli bağlar örmüşüm. Varlığımı alıp ellerine koymuş ve en güçsüz yanlarımı açmışım, derdime ihanet etmeyeceklerini sanmışım, bir yer verin, uzun uzun bağladığımı sandığım o bağın devam edeceğini ummuşum. İnsan bu tarz umutların kralıdır ve yapıp ettikleri ile bezenip görünme illetinden de muzdariptir. Aynalara bakar gibi yaşıyor hissinin, her şeyin gözünden kendini görme meselesinin eni sonu bir çelme ile insanı düşürmesi, alıp yerlere çalması, çamurlar içinde koyup gitmesi de pek kolaydır. Sonra insanın bu düştüğü yerde, varlığını tutup bağladıklarıyla arasında, ayağa kalkmakla olduğu yerde çürümek hevesi mesafesinde bir şey var. Karşılıklı bakıp durduğun, hangisinin gelip elini tutacağını, hangisinin üstüne kir pas bulaşmasın diye arkasını dönüp gideceğini gördüğün bir mesafedir bu. İnsan görür ve bence anlar ki; ayağa kalkarken neye tutunuyorsan belki de en çok osun. En çevik halin, en ilkel benliğin ve üstüne hiç de titreyip özenmediğin, ne olduğunla ilgili kaygısı en az olan tavrındır seni tutup çıkaran. Öyledir bu. Kaybedecek bir şeyi olmayan ya da kaybetmekten hiç korkmayan tarafınla ilgilidir çoğu şey.