Bölüm 1
Depreşmiş takvimler ve yapışkan daraşlık
Alçakgönüllü zarafet görevlisi
Sineye çekilmiş kandaşlık
Biçimsiz ve tarafsız platonizm
Satırlara adanmış bilek
Tasdiklenmiş bir reddiye
O zamanlar sinsice bir güleçlik belki
Ya da olgunlaşmamış kepenk tarlaları
İşte beni masumiyet zindanına borçlandıran
Saçlandıran yanaklarımın saflığa bakan tarafını
Şimdi hatırladıkça meymenet arıyorum
Bekçilere saldırdığım o namelerde
Fakat sadece hışma bulanmış riyakarlığımı buluyorum
Ya da kamuoyuna karşı olan zayıflığımı
Gene o zamanlar
Kaldırımlar laktozsuz atıklarla perçinlenmişti
Nehirler tavus kuşlarının kanıyla beslenirdi
Uzuvlar, organlar, damarlar saçılırdı ormanların soluk borusuna
Ve ben saçak saçak alçalırdım her türlü alçaklığa:
Kimi karanlıklara, kimsesiz yaşamlara, kimine göre öksüz romanlara
Haklı mıydım yoksa mağdur mu bilmiyordum
Belki de kendimi bana katan benliğimi çok özlüyordum
Ya da karşıma çıkan her fırsatta pişmanlık gözlüyordum
Fakat sahip olduğum kulplu tek bardağa sorsaydım
O benim polyester kaplı bir adam olduğumu söylerdi
Haksız sayılmaz, oldukça tahtamsı fikirlerim vardı
Ve de beni sabahlara ninnilerle hazırlayan dostlarım
Mutluydum yani,
Nasıl görebilirdim ki havaya karışmış çürümüşlüğümü?
Çünkü insanın nihayetle somutlaşması mı gerekir
Mezarlıklarla sevişmemesi için
Ya da yarım insan bedenlere kinayeyle yaklaşmaması,
Medeni bir cesaretle alçalmaması her türlü alçaklığa
Sorsun birisi tüm o kutsal soyutluklara
Neydi çaresi kokuşmuşluğa olan o aşkıma?
-Belki bir askılık, belki yumuşak bir havlu
Belki de yatay bir irade, evet, belki de
Kes sesini!
Bir başka spazm, bir başka veda ve bir daha orgazm, hayır bir daha!
Bir rektum sancısı, bir kulak mızıldanması, bir sap darbesi ve bir ömürlük deva
Bir gecelik olmasın?
Nefes göleti, çolak maestro, benlik travması ve tuzu fazla bir seda
Kan makyajı, kurtçuk festivali, faşist kasap, köpüklü bir nida
Ve bir orgazm daha, evet bir daha, hayır hayır, bir daha, BİR DAHA!
Usul mü, yasak mı?
Hayır! Her bir cinayeti geri ver bana! Asıl vermezsen bu bir ceza!
Boynuma eştiren bu kaşıntıyı bir kez daha keseyim, son bir defa!
Sen de biliyorsun ki bu tersinmez bir feda
Ne vereceksin bana karşılığında?
Saygını kaybeden her bir kelimeyi
Peki ya sevgisini kaybettiğim insanlar?
Sen de gayet iyi biliyorsun ki
Gurur denen şey ancak omurgaya yarar
Dönüm 2
Pembe bir gün ve dövülgen dalgalar
Gökte çınlayan özgüven dolu çan sesi
İçtinap edilen tanışıklıklar
Kölelikten beri süregelen devinim
Birbiri ardına sıralanmış netlik
Yadsınmış bir ayrıklık
Üzerinde mavi şeritler bulunan
İçi beyazlık dolu surat-tapar köşkünün önündeyim
Gişede soğukkanlı bir kırmızı ışık oturuyor
Elinde toprak algılayan bir duyarga tabancası var
En ufak bir sıcakkanlılıkta dahi kullanmaktan çekinmiyor
Bu yüzden gözlerimi yuvalarına sabitliyor
Ciğerlerimi omuzlarımla aynı hizaya getiriyorum
Fakat sırtımda saklanan bir tuz parçacığı
Beni iyelik ekine sahip karabasanlara fitneliyor
Ve böylece yeryüzündeki her bir obruk üzerime çullanıyor
Pompalanıyor vücudumun her bir haznesine
Nakış nakış tüm tıkışıklıklar
Kat kat sıralanıyor
Öğlen perhizimdeki her bir felaket
Ve bu felaketler beni masa başında çalışan bir kıyamete teslim ediyor
Nitekim kıyamet bana tek seyircili bir münazara sunuyor:
Yavrular halinde ağlaşan kalp kapakçıklarımı görüyorum en solda
Birbirlerine sıkıca sarılan bütün derinlikler en sağa geçmiş haldeler
En ortada, ruhumun merkezinde, bir mafya babası oturuyor
Masanın altında hormonlar farazi hazlarda geziniyorlar
Arada sırada bir afacanlık kendini belli ediyor
Beyaz şövalyeler kolluyor bu afacanlığı
Kınlarında parazitlerden yapılma kılıçlar var
Gelgelelim mafya babası feryat içinde
Fakat kimse aldırış etmiyor kendisine
Çünkü mesai saati bitti, ribozomlar z raporunu çıkarttı bile
Hormonlar teslim oldu o farazi hazlara
Sinir sistemi pankartları indirdi
Anlayacağınız,
Bugün de süregeldi hoyratlıklar,
Bugün de rızasız öptü beni pişmanlıklar
Bugün de haysiyetsizleşti uykum
Ve bugün de okşadı nöronlarımı viskozite
Bu sırada birisi beynimi dürtüklüyor, önüme dönüyorum
Ve feshedilmiş hatıralar ardı sıra geleceğimi gıdıklıyor
Bu yüzden gülüşümü kıvırıyorum
Bir sual fırlatıyorum içinde bulunduğum badıca
Çığlıklarımı heceleyecek olan var mı aranızda?
Fakat hiç kimse kendim kadar karanlık bakmıyor bana
Sorgulayamıyor beni hiçbir çağdaş fikir akımı
Ben de bir yüzyıl sola kayıyorum özüt bulmak için
Bu yüzden belirginleşiyor muhtaçlığım her konuştuğumda
Ve iyi niyetimi açıyorum bana benden daha muhtaç bir kıza
Kız bana bakıp bir takım, ortaya karışık, karmakarışık
Bir o kadar da sevecenlikle, şefkatle, nefasetle
Hasretle, masumiyetle, sence doğrusu neyle,
Fakat gevezelikle, düşüncesizce, kendini beğenmişlikle,
Ben kıza bakıp, ketumca, tarafsızca, gerçekten mi ya?
Bir yandan memnuniyetle, mükemmellikle, kalbimin her bir zerresiyle
Fakat kafamı bıçakladığım düşüncelerle, aslında öyle değil de
İkilemle, üçülemle, onüçülemle, sahi, kaç lemle?
Özürlerle, ifadesizlikle ve belki de, belki de…
Belki de ben-
BİP-BOP-BİP-BOP-BİP-BOP-BİP-BOP
İşte orada!
Dudaklarında kangren olan!
Diye haykırıyor sebat sahibi kaldırım neferi
Ve bunu duyan yeşil ışık bana kalabalık kaygılar ateş ediyor
İçimden dışarı kurşungeçirmez bir yeşillik atılıyor önüme,
Tutmak istiyor kızı dudaklarından
Her bir soluğunu itiraf etmek istiyor ona
Fakat o koştukça koşuyor
Eteğinin ucundan hayal kırıklıkları damlıyor koşarken
Bense
Dehşete düşmüş bir kahkaha atıyorum arkada
Yüzümle kızın saçlarını fırçalıyorum
Ellerini göğsüme yediriyorum
Alnım dalgalanıyor, boğazım kütürdüyor
Yeter! Diyorum dişlerine bakarak
Tüm inançlarımı bırakıp, sadece kıza inanıyorum
Kutsallıkla bakıyorum cesetlerimize
Fakat kızı bana benden daha yabancı bir el kavrıyor
Boynunu ısırıyor ona ondan daha tanıdıkmışçasına
İçimdeki kokuşmuşluk parıldıyor bir anda
Sindirdiğim tüm saatleri kusuyorum ortaya
Tırnaklarımı daldırıyorum, bir şeyler arıyorum, bilmiyorum
Belki de aramıyorum, ben gerçekten ne yapıyorum?
Kız saçımı okşuyor, ona bir hediye, kusmuğu kazıyorum dilimle
Sözlerden bağımsız bir resim belirene kadar eşeliyorum
Bir bahçe, bir yüzük, iki çocuk, çitlerin önünde
Kız, başarılmaması gereken her şeyi başarmış, bir mezarlık
Dudaklarım granitle kaplı, kızın sözlerini okuyamıyor
Arka cebimde bir saman kâğıdı, neden böyle oldu her şey, yazılı
Bu kâğıdı kıza veriyorum, verirken
Ona kâğıdın içindekileri ondan daha çok benimsediğimi söylüyorum
(Aslında seni bu halinle seviyorum)
Kız susuyor nedense, anlamsızca öfkeleniyorum
(Yoksa seni benim gördüğüm şekilde mi seviyorum?)
Ona her halimi tanıtmak istiyorum
Fakat hiçbir şey göremiyorum
Yumrukluyorum kemiklerime yapışan toprağı
Saatleri tekrardan kusmak istiyorum
Fakat sadece kendimi kusuyorum
Midem daha da bulanıyor bu yüzden
Bir şarkı çalıyor, “ışığa elveda de”
Kız yüreğinden bir parçayı sunuyor bunu duyunca
Ben de bir kaplan gibi saldırıyorum her bir çizgimle
Her bir ısırışta, her bir parçalayışta, kız gülümsüyor onu yediğim için
Pençelerimi ağlıyorum o gülümsedikçe
Bir an farkındalık tarafından duraksatılıyorum,
Artık ne kusmuk kalıyor ne de tek bir hatıra
Kızdan da bir şey kalmıyor artık geriye
Neden bu dünya sıfırlanıyor o zaman?
Duyduğum her bir ses neden kirpiklerimi çatırdatıyor?
Bu boş ve anlamsız hayat nereye boşaltılıyor böyle?
Dağıtılan o ödülleri, kim, kimlerle, nasıl hak ediyor?
Bu eğri paltolu adam vitrine neden bakıyor?
Bu çocuk neden bana abi diye sesleniyor?
Peki ya o şu an aklını kimlerle kaybediyor?
Gerçeklerim çalkalanıyor, salıntımı durduruyorum
Bir şey söylemek istiyorum kıza
Belki de hiç-
Sözlerim ve başım yere yapışıyor
BİP-BOP-BİP-BOP-BİP-BOP-BİP-BOP
Ölüm 3
Taze cilalanmış beden
Tersine hizalanmış tesadüf
Küflenmiş koku parçaları
Ütülenmiş buruşukluklar
Zamansız gelen kalp pütürlenmesi
Binlerce kapı, tek bir anahtar
Palazlanmış ceviz köklerinin arasından
Bir kül parçacığı taarruz ediyor
Duvarlaşmış olan günlüklerime
Bir, iki, üç, dört
Şalterleri kaldırın
Şimdi direnme vaktidir
Hiç kimse hülasa etmesin bezginliğini
Şayet eden olursa her birinize birer oklava!
Bir, iki, üç
Kapatıyorum
Peki geldi mi vakti sence?
Hiçbir zaman var olmayan bir şey için hiçbir zaman geç değildir
Buharlaştığım bir gecede, belirsizlik otağında
Birkaç bastonlu çalının rüzgâra savurduğu canlılığı soluyorum
Dalıyorum tasvir edemediğim her şeye
Kirpiklerime damlayan birkaç ışık gölgesi,
Titreyen bileklerim ve kavislerim
Beni terk edilmiş bir dönemece sürüyor ve
Dönemeç bana umulmadık bir bırakılmışlık takdim ediyor
Alfabelerim titriyor gelişigüzel bir soğuktan
Bu yüzden bir mum yakıyorum annemin sözlerine
Flütümden bir tel daha kopuyor
İsabetsiz kalıyor böylece akciğerimdeki melodiler
Fakat boşluğa doğru bir takla açıyor çocukluğum
Ve sadakatle kavruluyorum
Dudaklarım biraz fırtına biraz parfüm aşeriyor
Gözlerim beleriyor bunları düşündükçe
Ben de
Sis leşleriyle örtülenmiş bu soluk ay ışığını içime çekiyorum
Kulak zarlarımdan fil dişi kanatlı bir uçak
Bu mağmum havanın içine doğru havalanıyor
Bir saat kulesi çınlıyor belimin çevresinde
Her bir çınlamada
Sevgililer saklandıkları siperlerden
Ayak bileklerime doğru taarruz ediyorlar
Göz çukurlarıma sakladığım avizeleri istiyorlar benden
Kaşlarıma mahmuzlanmış fıtığımı gerekçe gösteriyorum ben de
Fakat kayıtlara geçmek istiyor bazı uçkurlarım
Bu yüzden bu şehre bir park yasağı oyuluyor, adımlarıma
Reddediyorum
Buharlaşmış bir taş müzesine sabitleniyor bakışlarım
Çünkü
Bıyıklarım ilk dikenlerini doğuruyor
Bir mukavemet kazanıyor saç diplerim yoksunluğu karşı
Ve tinerle beslenen bir adanmışlık beliriyor kaburgamda
Hak veriyorum anneme,
Paçama sakladığım tokat kremini
Diş aralarıma süremiyorum bu yüzden
Gayzerler patlıyor göğüslerimden
Tümsekler, asıyor ayaklarımdan, urganla, liyakatle
Yeni baştan, ta en baştan, var oluyorum hiçliğin çerçevesinde
Belki de haklılığımı ispatlamak için, kim bilir?
Gökyüzünü yeryüzüyle aldatıyorum
Birkaç milimetrik saniyeliğine de olsa
Şakaklarım sükunetle sevişiyor
Fakat çok geçmeden hakikat dürtüklüyor gecelerimi
Ben de kullanılmışlıklarımı tekrardan dağıtıyorum
Ve fermuarımı çekebilmenin mutluluğunu yaşıyorum
Böylece bir adım atıyorum anlayışa, kavrayışa, ölümsüzlüğe
İşte
Yine yeniden kuğu ölülerinin arasındayım
İçimdeki her bir özümle birlikte kıyılmaya geldim
Peki bu öyküden çıkarmam gereken ders ne?
Bak bir yaprak kaydı
Yıldızları bekleme artık
Peki ya?
Berkant Demiray